14 Mart 1827 Türk tıbbının kuruluşu kabul edilir ve senenin bu günü o yüzden Tıp Bayramı’dır.
Bu, İkinci Mahmut zamanında ilk modern tıp okulunun kuruluş tarihidir. Söz konusu olan Askeri Tıp Okulu’dur. Sivil Tıp Okulu çok sonradan kuruldu ve ayrı bir konu. (Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye vs Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye)
Okul, kuruluşundan kısa bir süre sonra Otluk Kışlası’na yerleşti (sonra daha çok dolaşacaktır ama). Okulu oluşturan birimlerden “Cerrahhane”, zaten Topkapı Sarayı’nın Marmara’ya bakan bahçesinde, Değirmenkapı civarındaki “Hasta Odaları” denen birkaç koğuşluk minik birime kurulmuştu.
Abdülhamit askeri tıp mektebini iyileştirmek istiyordu ve herhalde o zamanki (1898) uluslararası siyaset tercihlerinin de etkisiyle bunun için Alman hekimlerden yararlanmayı düşündü. Alman hocaların mevcut Fransız ekolüyle anlaşamayacakları anlaşılınca, onlar için – okul işlevi de görecek – bir uygulama hastanesi kurulması düşünüldü. Hastanenin adı “Gülhane Tatbikat Mektebi ve Seririyat Hastanesi” oldu. Yani, Uygulama Okulu ve Kliniği (Seririyat: yatarak tedavi).
Bu amaçla, yine Gülhane’de bulunan eski, harap durumdaki Askeri Rüştiye binası onarılarak 150 yataklı bir hastaneye dönüştürüldü. Hastane daha sonra bildiğimiz büyük boyutlarına kavuşacaktır.
Nitekim, Gülhane Hastanesi’nin denizden bakılınca en çok göze çarpan cephe kısmı Otlukçu Kışlası’na aitti (Mehmet Cemil Uğurlu).
Söz konusu binayı Marmara’dan baktığımızda net görürüz. Koca cüssesiyle hemen fark edilir. Ve üzerine kurulu olduğu büyük kemerli ve çok eski olduğu her halinde belli terastan (platformdan) dolayı da dikkat çeker.
O platform eskidir gerçekten. Bizans kalıntısıdır. Nitekim, bulunduğumuz bölge Bizans kalıntısı bakımından çok zengindir.
Not: Askeri tıbbiye, daha sonra Otlukçu Kışlası’ndan Galatasaray’a, bugünkü lisenin yerine taşındı. Nitekim, oradaki tıbbiye Galatasaray Lisesi’nin ataları arasında sayılır, malumumuz. Galatasaray tıbbiyesinde eğitimin Fransızca olması bakımından liseyle böyle bir tarihi ilişki kurmanın bir temeli olabilir. Galatasaray tıbbiyesinde öğrenim dilinin Fransızca olması anlamlıydı (ve izleyen dönemde tartışma konusu olmuştur).
İkinci Mahmut Fransızca’ya büyük önem veriyordu. Mustafa Reşit Paşa, daha genç bir memurken, Türkçe’yi kullanışındaki ustalık ve sadelikten dolayı Mahmut’un dikkatini çekti ve Mahmut onun Fransızca öğrenmesini özellikle istedi ve buna ön ayak oldu. Nitekim, Tanzimat’ta, Fransızca bilmek, kayda değer bir devlet adamı olmanın neredeyse şartı haline gelecektir.
İkinci Mahmut’un annesinin Fransız olduğu – hatta Joséphine’in kuzini! olduğu – (ve onun döneminde Fransızca’nın öne çıkmasında, hatta bütün reform hareketinde bunun etkisinin olduğu) yönündeki söylentilere temkinli yaklaşmakta fayda var. Mesela, Necdet Sakaoğlu bu söylentilere çok sinirleniyor ve kitabında uzun uzun ele alıyor konuyu (Bu Mülkün Sultanları); Kemal Beydilli “yok öyle bir şey” diyor vs. Ben de şüpheyle yaklaşıyorum bu iddialara, hatta hiç inanmıyorum! Ayrıca, İkinci Mahmut’un Fransızca’yı tercih etmesinin tarihi öneminin böyle sudan bir ayrıntı (ve bir mavrayla) sulandırılmasına bozuluyorum. İlber Ortaylı “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı”’nda “annesi Fransız’dır” diyor gerçi ama bence o da fikrini değiştirmiştir arada!

Egemen Demircioğlu