+90 212 272 77 72

operation@tittravel.com

Blog Image

06

Aug

ATAKÖY'DE BİR BAYRAM SABAHI

Bayram sabahları beni oldum olası duygulandırmıştır. Belki eskiye, çocukluğumun bayramlarına özlem, belki aileme olan düşkünlüğümden, en çok da bayram sabahlarının o serin, arınmış, ruhu kendisiyle baş başa bırakan ulvi havasından.

Çocukluğumda babam ağabeyimle beni camiye sadece bayram namazlarında götürürdü. Rahmetli Kâzım Eniştem, kuzenim Osman, bazen de anne ve babamın üniversiteden aile dostlarımız Yusuf ve rahmetli Hakkı Amcalarla birlikte Istanbul’un farklı camilerine giderdik. Bu bazen Süleymaniye, bazen Yeni Camii, ama çoğu kez Ataköy 5. Kısım Camii olurdu. Dışarıdan tipik bir 16. yüzyıl Osmanlı camii kopyası, ana kubbeli, iki minareli bir camidir burası. İçerisi ise insanın içini ısıtan ferah, aydınlık, renkli duvar süsleri olan bir mekandır.

Bayram sabahları tatlı bir koşuşturma vardır sokaklarda, camide yer kapma arzusundan kaynaklanan. Birçok kişi hep rahat ettiği aynı yere gidip kurulur. Mümkün mertebe en eski ayakkabılar giyilir, çalınma riskine karşı. Bir poşete konur ve çok uzak olmayan bir rafa yerleştirilir. Çocukluğumda bir cuma namazı sonrası babamın eve boynu bükük gelişini hatırlıyorum. Ayakkabılarını çaldırmış, eski püskü bir çift ile dönmüştü. Sanırım giden ayakkabılardan ziyade mübarek günde birinin buna tenezzül etmesi kırmıştı kalbini.

Bayram namazları senede topu topu iki defa kılındığı için olsa gerek sık sık unutulur. Oysa son derece kısa ve basittir. Namazı bilmeyenler, ki bu çoğunlukla gençler olur, kendilerine bu işten anlayan birini referans olarak alır, onun hareketlerini göz ucuyla takip ederler. Bazen işler yolunda gitmez, hareketleri taklit edilen kişi de çuvallar. O anlarda çömezlerin namazda yaşadıkları tereddütler insana tebessüm ettirir.

Beni en mutlu eden an ise namazın sonudur. Çoğunluk kalabalığa kalmadan dışarı çıkmak için son duayı müteakip hızla ayağa kalkıp çıkış merdivenlerinde kümelenirken, ben oturarak duamı sakin sakin etmeyi tercih ederim, hiçbir şeyi unutmamaya çalışarak.

Çocukluğum ve gençliğimin en renkli anılarından bir kısmı, bayram namazı sonrası cami avlusunda babam, eniştem, Yusuf ve Hakkı Amcalarla yaşadıklarımızdı. Yusuf Amca oldum olası hep rahmetli Hakkı Amca’ya takılırdı. Bir kere unutmuyorum, cami ileri gelenleri, başta imam olmak üzere, her bayramda olduğu gibi namaz sonrası mihrab önünde yan yana durmuşlar cemaatin bayram tebriklerini kabul ediyorlarmış. Yusuf Amca, muzurluğundan, tam Hakkı Amca’nın sırası gelirken cami ekibinin yanında durmuş ve onlardan biriymiş gibi elini uzatmış. Hakkı Amca saygıyla eğilerek herkesin elini sıkmış, sonuncu ulemanın elini sıkarken başını kaldırdığında ise Yusuf Amca’nın gülümseyen muzip yüzüyle karşılaşmış. Avluda bir süre kovalamaca olduğunu hatırlıyorum. Yusuf Amca yanımıza gelip kurtarmıştı kendini Hakkı Amca’nın şerrinden. Biri rektör, iki üniversite profesörünün bu bitmek bilmeyen şakalaşmaları çocukluğumuzun en renkli anılarından biriydi. Ne mutlu bize ki, içlerindeki çocuğu yaşatmayı bilen insanlarla çevriliydik.

2014 yılının sıcak bir temmuz günü bayram namazı için camiye doğru yola çıktığımda kafamda işte bu anılar depreşmişti. Birkaç gün öncesinden heyecanı almıştı beni namaza gitmenin. Sema daha uyuyordu. Emre ise, kapısını çaldığımda, “Sen git, ben geliyorum” demişti. Sabah sabah serin suyun değdiği tenim dışarı çıkınca ürperdi.

Caminin mermer merdivenlerini zar zor, duvara tutunarak teker teker çıktım. Normalde hep üst kata, balkona devam ederken bu sefer o kadar takatim yoktu, zemin katta, müezzin mahfilinin hemen yanında kendime bir yer buldum. Ayakkabıların poşetler içinde konulduğu ahşap rafların yanına tünedim. Ayağa kalkarken güç almak için ideal bir yerdi burası. Kalabalıktan mikrop kapmamak için de maskemi taktım.

“Anlaşılan Ataköy halkı tatil beldelerinden geri dönmemiş” dedim kendi kendime, çünkü caminin ana nefinde, yani orta bölümünde in cin top oynuyordu. Sonra insanların uzaklardan dönüp dönüp bana baktıklarını fark ettim. Nihayet bir şeyi daha fark edebildim: Boşluk sadece benim çevremdeydi. Yüzümdeki maskeyi görenler merakla bakıyor ama yanıma sokulmaktan kaçınıyorlardı. 2014 Türkiye’sinde insanlar, maske takanların genelde mikrop saçmamak değil mikrop almamak için bu önleme başvurduklarını bilmiyordu.

Camimizin imamı yeni değişmişti. Senelerin Hüseyin Efendisi, caminin yurdunda kümelenen Fethullahçı ekibin baskılarına sonunda dayanamamış ve emekliliğini isteyerek ayrılmıştı. Yeni gelen imam ise Hüseyin Efendi’nin mizah anlayışına pek sahip gibi durmuyordu. Oldukça sıradan bir bayram konuşması yaptı. Klasik “Safları sıklaştıralım kapıda kalanlara yer açalım” çağrısı üzerine öndeki bir adam dönüp bana yanındaki boşluğu işaret etti. Başımla olmaz dedim, şaşırdı. Vakit gelince imam namazı kısaca hatırlattı ve bayram namazına geçildi.

Asıl tiyatro işte o zaman başladı.

Doğrulmakta sorun yaşayan, en çok yerden kalkmakta ciddi sıkıntı yaşayan ben, rüku ve secde sonrası tekrar ayağa kalkmam gerektiğinde, yan taraftaki raflara tutunarak “twist” yapar gibi bacaklarımı bir sağa bir sola oynatarak kalkabildim. Görülmeye değer bir manzaraydı doğrusu. Ben bunu yapana dek sonraki rekata geçilmiş olduğundan cemaati hep gecikmeyle takip ediyor, maske ardından gülmekten fenalık geçiriyordum. Allah’tan öndeki adamın davetini dinleyip raflardan uzaklaşmamıştım, yoksa namaz kılanların arasında ayağa kalkmam mümkün olmayacaktı.

Böylece Ramazan Bayramı namazında bir ilk gerçekleşti ve “twist & pray” akımı işte böyle doğdu. 🙂

Namaz bitince, her sefer olduğu gibi oturmaya ve dua etmeye devam ettim. Bu sefer ailem, akrabalarım ve dostlarım yanı sıra önemli bir konu daha vardı.

Hayatta olduğum için şükrettim Allah’ıma. Tam bir sene önce uçurumun kenarındaydım. Oysa şimdi inanılmaz gerçekleşmiş, kanser geride kalmıştı.

Dışarı çıkıp zar zor ayakkabılarımı giydim. Gerçekten de bir aşamayı daha geçmiş, normal hayatıma dönmeye başlamıştım. Namaz sırasındaki neşeli halim ise, ağabeyim Emre’yi cami avlusunda görünce tamamen değişiverdi.

“İyi bayramlar Canım Abim” dedim ve başımı omzuna koyup yanımızdan geçenlerin şaşkın bakışları altında vücudum titreyerek hıçkırmaya başladım. Emre’nin gözleri doldu, yeni çıkan saçlarımı okşayarak “Canım kardeşim” diyebildi ancak.

Eve gittiğimde kızlar daha uyuyordu. Dün gece ikisi de geç yatmışlardı. Sema’yı iyi bayramlar öpücüğü ile uyandırdım. Begüm’ü de klasik müzikle.

Anneme kahvaltıya gittik her bayram sabahı yaptığımız gibi. Mübarek elini öperken bir sene önce tam da orada söylediği cümle geldi aklıma:

“Merak Etme. İyileşeceksin!”. 

ERDEM KÜTÜKOĞLU

Paylaş

Yorumlar

E-bülten

Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz