+90 212 272 77 72

operation@tittravel.com

Blog Image

12

Aug

GAUDİ KAPADOKYADAN ESİNLENDİ Mİ?

Bu bir iddia ya da söylenti değil. Bizzat Gaudi’nin bir yurttaşının, ünlü denemeci yazar Juan Goytisolo’nun düş gücünün bir ürünü. Turkiye’ye defalarca gelmiş olan yazar, ülkemizde de yayınlanan ‘Kapadokya’da Gaudi’nin İzinde’ adli kitabında, ünlü mimar Antoni Gaudi’yi Kapadokya’da hayal eder.

Yazar 1980 yılında 12 Eylül günü Ürgüp’tedir. Sokağa çıkma yasağı olduğu için, en yakın polis karakoluna gider ve İspanyol yazar olduğunu, Kapadokya’yı gezmek için geldiğini anlatır. Karakoldan aldığı izin kâğıdıyla kimseciklerin olmadığı bir Kapadokya’yı yalnız başına dolaşır. Daha sonra “Hayatimin en unutulmaz turuydu” diye anlatacaktır o günleri. Gerçekten de kime nasip olur ki bu essiz bölgeyi yapayalnız bir başına günlerce gezmek?

Belki de bu gezmelerde, Gaudi’nin daha önce Kapadokya’ya gelmiş olabileceğini düşlemiştir. Uçhisar’dan Avcılar Vadisi üzerinden Göreme Vadisi’ne, oradan da Zelve Vadisi’ne kadar uzanan yol üzerinde gördükleri, aşağıdakileri yazması için yeterli olmuştur: “…, çevresindeki büyülü manzara bildik görüntüleri anımsatır ona. Hiç farkına varmadan, Kapadokya’yı Barcelona’dan ayıran uzaklık ortadan kalkar: İçinde gezindiği inanılmaz uzam onu engellenemeyecek bir bicimde Gaudi’nin önce yaratımına götürür. … Zelve’nin mantar biçimli sütunlarıyla sabit topaçları arasında başlayan gezintinin, kesintiye uğramadan, Pedrera’nın mozaik saçaklarına, terasına ya da Guell Parkı’nın upuzun çiçekli yollarına uzanacaktı.”

Yazar okurlarını sadece Kapadokya’ya götürmekle kalmaz, oradan Konya’ya Mevlana’ya ve hatta Edirne’ye Kırkpınar güreşlerine kadar götürür. Bir turizmcinin en sevebileceği kitap turu, bundan iyisi Sam’da kayısı denilebilecek türden ama tabi ki konumuz bu değil. Konumuz Kapadokya’nın doğal formlarıyla Gaudi’nin eserleri arasındaki olası benzerlikler.

Yıllar önce bu konuda bir yazı okuduğumu anımsıyorum. Yazar, Gaudi’nin henüz bir üniversite öğrencisiyken Türkiye’ye gelip bir ay kadar kaldığından ve bu süre boyunca Kapadokya’dan geçmemiş olmasının düşük bir olasılık olduğundan bahsediyor ama öte yandan da Gaudi’nin yasamı boyunca Kapadokya’ya hiç bir atıfta bulunmadığını söylemeden edemiyordu. Gerçi bu yazıyı nerede okuduğumu anımsayamadığım için yazıya tekrardan ulaşamadım. Bilemiyorum, belki de böyle bir yazı yok ve bu bana hafızamın bir oyunu. Ama ne gam!!! Bir kere Gaudi’nin Kapadokya’dan esinlendiği düşüncesinin cazibesine kapıldıysanız, mimarin her eserinde Kapadokya’nın doğal şekillerini görmeye başlamanız işten bile değildir.

Avcılar Vadisi’ne giderken Uchisar’ın altında yol kenarında durduğunuzda bu büyük tas kütlesi size devasa ve asimetrik bir katedralin önünde olduğunuz duygusunu vermez mi? La Sagrada Familia, Casa Batllo ya da La Pedrera’ya baktığınızda Peri Bacalarını bir an olsun aklınızdan geçirmez misiniz? Batllo ve Mila evlerini gördüğünüzde, Kapadokya kaya evlerine baktığınız duygusu uyanmaz mı içinizde? Gaudi’nin birçok eserine hâkim olan tüm geometrik biçimlerin ( sarmal, konik, parabolik vs) Kapadokya’nın doğal şekilleri olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Tüm bunları yazarken Kapadokya’ya yüzlerce kez gitmiş olmama rağmen Barcelona’ya bir kere bile gitmemiş olduğumu söylemem gerekiyor. Barcelona’yı sadece fotoğraflar ve belgesellerden tanıyorum. Bu yazıyı okuyanlar cüretimi bağışlasın.

Geçenlerde okuduğum, Gaudi ile ilgili bir yazıda yazar Tunç Kılıç söyle diyor: “1907 yılında biten Casa Battlo’nun içinde keskin bir hat yok. Tüm duvar köseleri, kapılar, pencereler yuvarlatılmış… Sanki içinden tonlarca su geçmiş ve (suyu biten bir nehir yatağı gibi) onun bıraktığı izler binanın iç tasarımı olmuş.” Bunu okuyunca hastalıklı düş gücüm genç Gaudi’yi Kapadokya’nın küçük kanyonlarına ve derin vadilerine de indirdi ve hatta bu vadi ve kanyonlarda suyun binlerce yıl boyunca aşındırarak oluşturduğu doğal tünellerde dolaştırmaya başladı. Zaten sadece bu kanyon ve derin vadiler değil, tüm Kapadokya, suyun 3 halinin uzun ve sabırlı bir cabasının ürünüdür., Acaba eserlerinin iç mekan tasarımları için de bu kanyon ve vadilerde gördüklerinden ilham almış olabilir mi? Daha da ileri giderek, Gaudi’nin tüm bu olası izlenimlerini ailesine yazdığı kayıp bir mektup ya da kayıp bir Kapadokya Günlüğü olabileceğini bile düşünmeye başladım.

1723468421.png

Aslında çok farklı bir mantık yürütmek te olası. Buraya kadar yazılanları okuyan başka biri, tüm o muhteşem eserleri yaratmak için, Gaudi’nin Kapadokya’yı görmüş olması gerekmez diyebilir. Mimarin eserlerine damga vuran geometrik formları sadece Kapadokya’da değil, dünyanın her tarafında doğanın içinde görebiliriz. Belki de esinlenmek için sadece kendini doğaya vurması yeterliydi ve o kadar uzaklara gitmesine hiç gerek yoktu. Zaten gençliğinde zayıf ve hastalıklı bünyesine iyi geleceği düşüncesiyle de Katalanya ve Güney Fransa’da bol bol doğa yürüyüşleri yaptı ve bir doğa asığı olduğunu da her fırsatta belirtti.

1723468438.png

Şehirlerimiz genellikle, mükemmele yakın geometrik şekiller ve yapılar, düz çizgiler dik veya keskin acılardan oluşur; simetri, tekdüzelik ve düzen esastır. Sanki doğanın bağrına yerleştirdiğimiz simetri tarlaları gibidirler(uçakla yolculuk ederken aşağıya baktığınızda bu kontrastı çarpıcı bir şekilde görürsünüz). İşin ilginç tarafı, yerleşik yasama geçtiğimiz ilk günden beri yerleşim birimlerimizi bu şekilde tasarlıyoruz. Bunun nedeni de bu tasarımın bizim için hem pratik hem de ekonomik olması, yani doğayı ancak bu şekilde en kolay ve en ucuza, gereksinimlerimiz doğrultusunda dönüştürebiliyoruz. Oysa doğada birbirinin tıpatıp aynisi iki sekil ya da cisme rastlamak olanaksızdır. Doğada her şey kıvrılır, eğilir, bükülür ve her şey asimetrik ve düzensizdir. Kısacası doğa sonsuz çeşitliliktedir ( Kapadokya’nın tüm doğal şekillerinin oluşumu ayni prensiplere bağlı olmasına rağmen, her vadi size essiz gelir ve hiç bir zaman ayni şeyleri tekrar tekrar görüyormuş duygusuna kapılmazsınız). Belki de bu yüzden arada biri doğanın kollarına atılmak, kendimizi ota, çiçeğe, böceğe vermek gereksinimi duyarız.

Bir mimari akim olarak art nouveau (yeni sanat), doğaya donuşu simgeler, Gaudi’nin oryantalizm ile başlayıp gotik ile devam eden mimari serüveni yeni sanat (Katalan modernizmi) ile zirveye ulaşır. Yeni sanatı da gidebileceği en uç noktaya, Gaudi götürür. Tüm yeni sanat yapıları arasında en çok onun eserleri simetriye, tekdüzeliğe, düz çizgilere, dik acılara, küplere, kare, üçgen ve dikdörtgen prizmalara direnmiştir. Bir sanatçı olarak, doğadan esinlenmenin ötesine geçmiş ve neredeyse doğayı eserlerinde yeniden yaratmış ve yasadığı şehre serpiştirmiştir. Örneğin, La Sagrada Familia şehrin ortasında açmış bahar çiçeklerinden bir demet gibi de düşünülebilir.

Kuşbakışı çekilmiş fotoğraflarında bu katedral, simetri denizinin ortasında bir asimetri adacığı gibi gözükür. Sonuçta, “atölyemin yakınındaki ağaç benim ustamdır” diyebilen Gaudi Kapadokya ile ilgili tek bir kelime bile etmediyse, bunun bir tek nedeni olabilir, o da Kapadokya’yı rüyasında bile görmemiştir. Eğer böyleyse Gaudi’nin Kapadokya’mızdan esinlendiğine dair hikâyemizin kurgusu çöker ve hikâyemiz büyüsüyle birlikte dağılır. Ama ne Gaudi’nin Barcelona’sının ne de Kapadokya’nın büyüsünden bir şey eksilir. Ama ne olursa olsun, genç Gaudi’yi, Kızılçukur vadisinde günbatımını beklediği sırada, ailesine göndereceği mektubun son satırlarını yazarken hayal etmekten de hiçbir güç bizi alıkoyamaz.

Hüseyin Avni Özkan

Paylaş

Yorumlar

E-bülten

Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz