+90 212 272 77 72

operation@tittravel.com

Blog Image

07

Aug

İMPARATORLUK VE HRİSTİYANLIK: BÜYÜK KONSTANTİNUS ÖNCESİ VE SONRASI-I

Bugün İstanbul dediğimizde Silivri’den Gebze’ye uzanan bir megapol geliyor aklımıza; oysa tarihe baktığımızda, adına ister İstanbul, ister Asitane, ister Konstantinopolis, ister Dersaadet, ister Kostaniyye deyin, Roma, Bizans ve son olarak da Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapan kent, şu anda Suriçi diye adlandırdığımız ve Fatih Belediyesi’nin idare ettiği tarihi yarımadadan ibaret. Roma İmparatorluğu’nun başkentini, imparatorluğa adını veren Roma’dan alıp Byzantion’a taşıyan, yeni başkente kendi adını veren Büyük Konstantinus, hem imparatorluğun hem Hıristiyanlığın geleceği açısından bakıldığında, tarihin seyrini değiştiren kararlar vermiş. Birkaç bölümden oluşan bu yazı dizisinde, Konstantinus öncesi ve sonrası Roma İmparatorluğu’nun ve Hıristiyanlığın durumunu ele almaya çalışacağım.

Roma İmparatorluğu, 3.yy’ın ikinci yarısında hem ekonomik hem siyasi açıdan büyük sorunlarla boğuşuyordu. İmparatorluk kuzeyden Gotların, doğudan da Perslerin saldırılarına maruz kalıyordu[1], barış ve istikrar yoktu. Bu çalkantılı dönem, Diocletianus 284 yılında imparator olana kadar devam etti. 305 yılına kadar hüküm süren Diocletianus, imparatorluğa eski gücünü kazandırmak ve kötüleşen koşulları düzeltmek için ciddi bir atılım yaptı; dörtlü yönetim anlamına gelen tetrarşi sistemini getirdi. Bu sisteme göre, imparatorluk iki üstdüzey (augustus), iki de onlara tabi, ikincil yönetici (caesar) olmak üzere, toplam dört kişinin idaresi altında olacaktı.[2] Augustus ünvanı, daha kıdemli ve daha güçlü imparatorlara verilirken onlara yardımcı olan ve onlardan sonra tahta çıkması planlanan genç imparatorlar da caesar olarak anılmaktaydı.[3] Bu yeni idare şekli sayesinde, yöneticiler birbirine rakip olmak yerine, müttefik olarak, imparatorluğu birlikte yönetebilecekti.

[1] Rowena Loverance, Byzantium, The Trustees of the British Museum, 2004, sf 6

[2] Michael Sommer, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, Thames & Hudson, 2010, Londra, sf 24

[3] Rowena Loverance, Byzantium, sf 8

Augustus’lardan ikisi, Diocletianus ve Maximianus 305’te kendi istekleriyle tahttan çekilince, Konstantinus’un babası, batı bölgesinin caesar’ı Konstantius Klorus, augustus oldu[1]; ancak Klorus’un 306 yılında ani ölümü üzerine oğlu Konstantinus, tetrarşiye devam etmek yerine, kendini imparator ilan etti. Tahta kimin çıkacağına dair belirsizlik sonucu ortaya çıkan iç savaş 18 yıl sürdü. Hatta bir ara taht için savaşan ve imparator olmak isteyen aday sayısı altıya çıkmıştı. Diocletianus’un kendi buluşu olan bu dörtlü yönetim sistemi, ikinci kuşak yöneticilerin pek de hoşuna gitmemişti. Hiçbiri iktidarı paylaşmak istemiyordu.

Konstantinus, ilk olarak, Roma’yı kontrolü altına alan Maxentius’la savaştı. 312 yılındaki ünlü Milvian Köprüsü Savaşı’nda Maxentius’u yenen Konstantinus, imparatorluğun batı bölgesini kontrolü altına aldı; doğu bölgesinde hüküm süren Licinius’la bir süre uyum içinde çalıştı; ama sonunda araları bozuldu. 324 yılında Hırisopolis (Üsküdar) Savaşı’nda da Licinius’u mağlup eden Konstantinus, böylece Roma İmparatorluğu’nun tek imparatoru haline geldi.

3.yy civarında başkent Roma, artık imparatorluk için önemini yavaş yavaş yitirmeye başlamıştı.[2] Çoğu imparator, başkente hiç uğramadan imparatorluğu yönetiyor, imparatorluğun uzak köşelerinde düşmanlarla savaşıyordu. Tarihçi Herodian’ın söylediği gibi “İmparator neredeyse, Roma orasıydı”. 248 yılında imparator Arap Filippus’un ikinci binyılı kutlamak amacıyla düzenlediği büyük gösteriler, Roma için sonun geldiğini gösteriyor, kutlamadan ziyade bir veda töreni gibi görünüyordu.

[1] Michael Sommer, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, sf 24

[2] Michael Sommer, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, sf 154

1723021373.png

Tetrarşinin yürürlüğe girmesiyle, Roma’nın yerine dört ayrı bölge yönetim merkezi olarak kullanılmaya başlanmıştı. Augustus ünvanlı Diocletianus Nicomedia’yı (İzmit) ve Antakya’yı, Maximianus kuzey İtalya’yı; caesar’lardan Galerius Selanik ve Romuliana’yı (bugünkü Sırbistan), Konstantius Klorus ise Almanya’nın kuzeyinde yer alan Trier’i kendilerine üs olarak seçmişlerdi. Konstantinus’un tek imparator olarak başa geçtiği 324 yılında artık iyice anlaşılmıştı ki Roma ordusuna asker toplamak için yeni yerler bulmak gerekiyordu. Asker toplamak için en verimli bölgelerse Anadolu ve Balkan topraklarıydı.[1]

O zamanki adıyla Byzantium, fethedilmesi neredeyse imkansız, üç taraftan denizle çevrili konumuyla rakipsizdi. Altı yıl süren yeniden inşa sürecinin ardından 11 Mayıs 330 tarihinde Byzantium, yani yeni ismiyle Konstantinopolis (Konstantinus’un kenti), Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti ilan edildi.

Başkentin Roma’dan Konstantinopolis’e taşınması, anlamlı bir hareketti. Roma kenti, Roma tanrılarının da başkentiydi, pagan kültün merkeziydi. Oysa Konstantinopolis, ya da başkent olmadan önceki adıyla Byzantium dini bir merkez değildi, Roma gibi pagan dinin merkezi konumunda değildi, tarihi ve dini açıdan zengin bir geçmişe sahip değildi.[2]

[1] Rowena Loverance, Byzantium, sf 9

[2] Michael Sommer, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, sf 160

Konstantinopolis’in kuruluşundan itibaren Hıristiyan bir kent olarak mı inşa edildiği yolunda farklı görüşler var. Yeni başkentin, tamamen Hıristiyan bir kent olarak yeniden inşa edildiğini, kiliseler ve kutsal emanetlerin, röliklerin kente tamamen Hıristiyan bir anlam kattığını söylemek mümkün.[1] Üstelik pagan tapınaklarının yapımına da izin verilmiyordu.[2]

Bununla birlikte kentin belli bir külte adandığını kabul edeceksek, bunun kendisini Sol Invictus, Jupiter Capitolinus ve İsa Mesih’le özdeşleştiren kent kurucusu Konstantinus’un kendi kültü olduğunu kabul etmek gerektiğini savunanlar da var.[3] Roma İmparatorluğu’nun yeni başkentini kurarak, imparator Konstantinus’un Büyük İskender’den beri süregelen bir geleneği devam ettirdiği, kenti Hıristiyanlıktan çok kendisi için bir anıt olarak inşa ettirdiği söylenebilir. Büyük İskender’le başlayan kentlerin kurucularına adanması geleneği, Helenistik ve Roma dönemlerinde sürmüş, Roma imparatoru Komodus’un Roma’yı Colonia Commodiana adıyla yeniden inşa ettirmesiyle uç noktasına ulaşmıştı. Yeni başkent Konstantinopolis de, Konstantinus’un kendine adadığı, kendi adıyla kurduğu bir kent olarak tarihe geçecekti.

EBRU GÖKTEKE

Kaynakça

CORRIGAN John, DENNY M. Frederick, EIRE M.N. Carlos, JAFFEE Martin S, Jews, Christians, Muslims, Prentice Hall, 1998, New Jersey

EDWARDS, Mark, Constantine and Christendom, Liverpool University Press, 2003, Liverpool

LOVERANCE, Rowena, Byzantium, The Trustees of the British Museum, 2004, Londra

SOMMER, Michael, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, Thames & Hudson, 2010, Londra

[1] John Corrigan, Frederick Denny, Carlos Eire, Martin Jaffee, Jews, Christians, Muslims, Prentice Hall, 1998, New Jersey, sf 443

[2] Mark Edwards, Constantine and Christendom, Liverpool University Press, 2003, Liverpool, sf xii

[3] Michael Sommer, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, sf 160

Paylaş

Yorumlar

E-bülten

Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz