+90 212 272 77 72

operation@tittravel.com

Blog Image

26

Jun

MARPESSA

‘‘Abi, lüks lambasını aldın, değil mi?’’ diye sordu arabanın kapısını açarken. ‘‘Cumartesi günü olmasından dolayı trafik yoğun ama bekle beni, yine de çok geç kalacağımı sanmam’’ diyerek telefonu kapattı. Bazı geceler yaptıkları gibi yine tekneye atlayıp lüfer avına çıkacaklardı. Lüferin keskin dişlerinden dolayı, misinayı koparttığını daha önce bir yerlerde okumuştu. İlk olarak ‘‘hadi canım!’’ diyerek tepki göstermişti Cemal, böyle bir şey nasıl olur, diye düşünerek. Oysa en son ava çıktıklarında bu olay başlarına gelmiş, ipi kopuk olta ellerinde kalmıştı.

Kıyıda tekneye vardığında, Refik denize açılmak için her türlü hazırlığı tamamlamış, Cemal’i dört gözle bekliyordu. Ondan on yaş kadar büyüktü. O yüzden Cemal, Refik’e abi diye hitap ediyor, her türlü sıkıntısını, sevincini paylaşıyordu onunla. ‘‘Lan oğlum nerde kaldın, balıklar şimdi öteki denize geçtiler bile!’’ diye şakayla karışık söylendi Refik. Hızlıca toparlandılar ve çok zaman kaybetmeden denize açıldılar. Gece balık avlamayı seviyorlardı, o ortamdaki sessizlik içinde kendilerini dünyadan ayrı hissediyorlardı. İşlerinin gerginliği ile beraber şehrin stresini de bu vesileyle atmaya çalışıyorlardı.

Hareket ettikten bir süre sonra motoru durdurdular. Tekneyi çepeçevre saran yakamozun görüntüsü karşısında adeta büyülendiler. Lüferlerin yakamoz ortamına gelmediklerini bildikleri için, beraberlerinde lüks lambasını da getirmişlerdi. Lambanın ışıkları, yakamozun parıltısını engelliyordu çünkü. Böylece lüferlere oynadıkları küçük oyunla onları tuzağa düşürüyorlardı. Cemal, ışığı yakamozların olduğu tarafa çevirince oltalarını olanca güçleriyle suya fırlattılar ve sessizce beklemeye başladılar. Sanki en ufak bir seste, balıklar tekneden uzaklaşmak için yön değiştireceklerdi.

Kendilerinden öylesine geçmişlerdi ki, birden Refik’in ‘‘Şuraya bak!’’ şeklinde bağırması ile içinde bulundukları düşsel ortamdan gerçek ana geri döndüler. Sesinin yüksek tonu karşısında, Cemal’in tüyleri diken diken oldu adeta. Refik’in gösterdiği yöne başını çevirirken, ‘‘Abi ne ol…??’’ cümlesinin sonunu bile getiremedi, öylece kalakaldı. Çünkü baktıkları tarafta, suyun altından parlak bir ışık süzmesi hızlıca onlara doğru geliyordu. İkisinin de yüzü bembeyaz olmuş, donuk bir şekilde anlamsız bakışlarla suya bakıyorlardı. Derin ve sık nefes alıp vermelerinin dışında, ne bir hareket ne de ses vardı bedenlerinde.

Işık süzmesi teknelerine yaklaşınca yavaşladı ve en sonunda durdu. Aniden o tarafta deniz dalgalanmaya başladı ve yakamozun ışıltısı insanın gözünü kör edercesine daha bir parladı. Suyun içinden simsiyah uzun saçları, bembeyaz teni ve koskocaman gözleriyle çok güzel bir kadın çıktı. Teknedekilere bakınca, gözlerine işlemiş derin korku ve dehşeti gördü. Kadının, ‘‘Korkmayın lütfen’’ demesi üzerine, içine düştükleri dehşetten her ikisinin de vücudu bu defa titremeye başladı. Kadın onların bu hallerini görünce sesini daha bir alçaltarak tekrar ‘‘Lütfen korkmayın, benim adım Marpessa, böyle ışıl ışıl duran halime bakmayın, aslında ben de sizin gibi biriyim’’ dedi.

Refik biraz kendine gelince, ilk tepkisi ‘‘Sen de kimsin, be kadın!’’ oldu. Kendini sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da, ‘‘Cemal’im iyi misin?’’ diye sordu. Cemal de, titrek bir sesle ‘‘Şu an korkudan ölmesem iyiyim, sadece vaziyeti anlamaya çalışıyorum abi’’ şeklinde cevap verdi. Kadın, yavaş yavaş sakinleştiklerini fark edince tekrar konuşmaya başladı; ‘‘Sizleri korkuttuğum için inanın çok üzgünüm, asla böyle bir niyetim yoktu. Size kendimi affettirmek istiyorum, lütfen beni teknenize alın. Yalnız şunu belirtmem gerekiyor, ben bir denizkızıyım. Tekneye alıp da vücudumun alt kısmını gördüğünüzde, tekrar az önceki ruh haline dönmenizi istemem’’ şeklinde konuştu.

Refik ve Cemal bu sözler üzerine şaşkın bir şekilde birbirlerine baktılar ve biraz merak, biraz da korkuyla denizkızını yukarıya çektiler. Kadının balık kuyruğu şeklindeki alt kısmı, gökkuşağını anımsatan farklı tonlardaki renklerle ışıl ışıldı. Her ikisinin de nutku bu güzellik karşısında tutulmuştu. Yine ilk söze başlayan Refik oldu; ‘‘Dilimizi nerden biliyorsun?’’. ‘‘ Az önce söylediğim gibi, benim adım Marpessa, Antik Yunanca’dan geliyor, denizkızı demek. O çağdan bu zamana tüm dilleri biliriz biz’’ diye cevapladı. Bu defa söze Cemal girişti; ‘‘ Nasıl yani, senin dışında başka denizkızları da mı var? Ooo, aman tanrım!!!’’ diye şaşkınlıkla sordu. ‘‘Evet ama biz hiç gözükmeyiz insanlara. Korkarız onların bize yapabileceklerinden, görürüz denizdeki canlılara neler yaptıklarını, nasıl vahşileştiklerini. O yüzden denizlerin, okyanusların derinliklerinde yaşarız. Çok nadir çıkarız yüzeye. Bakmayın siz, suyun altındaki her canlı tanır bizi aslında’’.

Korkunun ve dehşetin yerini meraka bıraktığını gören denizkızı; ‘‘İnsanlardan çekinirken sizinle neden konuştuğumu eminim merak etmişsinizdir. Bizler ölümsüz varlıklarız. Çoğu zaman yaşamla ölüm arasında kalan anlara tanıklık ederiz ama doğanın gidişatını bozmamak için hiçbirine müdahale etmeyiz. Bundan tam üç yüzyıl önce yine bu denizdeydim bir gece vakti. O zamanlar dünyanın doğası bu kadar bozulmamıştı ve bu ayda kasırgalar, fırtınalar asla eksik olmazdı. O gece bir kalyon, sizin bulunduğunuz bu yerde korkunç bir fırtına ile mücadele ediyordu. Kalyonun içinde kadın ve çocukların da olduğu çok sayıda esir insan vardı. Ayakları demir prangalara bağlanmış, korkunç çığlıklar atarak onlardan kurtulmaya çalışıyorlardı. Çok, çok kötü bir manzaraydı.

En sonunda kalyonun tahta parçaları bu fırtınaya dayanamadı ve devrildi, içi su dolmaya başladı. Bense çığlıklara daha fazla dayanamadım ve çocukları kurtarmaya karar verdim. Işıltılı halimi gören her çocuk, suyun altından elini bana uzatıyordu. Ellerimle yakalamaya çalıştığımda, onlara dokunuyor ama ne hissedebiliyor ne de tutabiliyordum. Hiçbir şey yapamıyor, ne olduğunu anlayamıyordum. O an adeta bir hayalete dönüşmüş gibiydim, varlığımla yokluğum belli değildi. En sonunda çocukların, kadınların ve diğer insanların tek tek suya batışlarını çaresizce izledim. Bu manzara karşısında daha önce olmayan bir şey oldu ve gözlerimden yaşlar akmaya başladı. İlk defa gerçek bir insan gibi ağlıyordum hem de hıçkıra hıçkıra. Suyun içinde olmama rağmen, gözyaşlarımın yağmur damlaları gibi boşalırcasına aktığını hissedebiliyordum.

Biliyor musunuz, şimdi benzer bir olay olsa, sadece kadın ve çocukları değil, kalyondaki tüm insanları kurtarabilme gücüne sahibim artık. Çünkü o gece, yani gerçek bir insan gibi hissedince, başkalarına yardım edebilme yetisini kazandığımı anladım. Daha önce böyle bir olayla karşılaşmadığım için, bu güce hep sahip olduğumu biliyordum oysa.

O günün anısına, her yıl aynı tarihte, aynı saatlerde çıkar gelirim buraya. Bu geceye kadar kimseler gelmemişti daha önce. Suyun altındayken, tekneden yaktığınız ışığı gördüm ve dayanamadım, her şeyi göze alarak yüzeye çıktım. Ama bu kadar korkacağınızı tahmin edemedim, ne olur bağışlayın beni’’ dedi.

Denizkızı cümlesini yeni bitirmişti ki, gökyüzü aniden kapkara bulutlarla kaplandı ve her taraftan şimşekler çakmaya başladı. Ortaya çıkan aydınlıkla her yer görünür hale geliyor, gece ile gündüz arasında adeta saniyeler farkıyla geçiş oluyordu. Deniz de kabarmasıyla bu duruma eşlik ediyor, yıllardır içinde biriktirdiği öfkesini dışa yansıtıyordu sanki. Tekne sallanmaya başlamıştı. Cemal ve Refik korku dolu gözlerle tekneye tutunmaya çalışarak avazları geldiği kadar bağırmaya başladılar; ‘‘İmdaaat, yardım edin bize!’’. Denizkızını görmenin şaşkınlığını üzerlerinden atamadan bu defa daha korkunç bir olayla karşı karşıya kalmışlardı. Fırtına o kadar şiddetlenmişti ki birden tekne alabora oldu ve üçü de suyun içine düştü. İyi yüzme bilmelerine rağmen, dalgaların şiddeti karşısında suyun dibine batmamak için amansız bir mücadeleye başladı iki adam.

Denizkızı, tüm bu yaşananların geçmişte yarım kalan bir var olma hikayesinin, yıllar sonra gün yüzüne çıkmasının sonucu olduğunu düşündü, sudakilere yardım etmeye çalışırken. Belki onlara bu olayı anlatmasa, o günün tılsımı sonsuza kadar o insanlarla beraber suyun derinliklerinde saklı kalacaktı. Yıllarca buraya gelmesine rağmen daha önce böyle bir şeyle hiç karşılaşmamıştı. Duyduğu vicdan azabıyla hemen tekneyi düzeltti, iki adamı çıkarttı ve hiçbir şey söylemeden bir çırpıda kendini tekrar suyun içine attı, bir anda gözden kaybolup gitti. Yokluğuyla her şey eski durumuna geri döndü. Bulutlar dağıldı, deniz sütliman bir hale geldi. Olanlar, gerçekte değil de rüyada yaşanmış gibiydi adeta.

Cemal ve Refik, dengeleri bozulmuş ruh halleriyle az önce yaşadıkları şeyi anlamaya çalışıyorlardı. Uzun bir süre kendilerine gelemediler, karşılaştıkları bu inanılmaz olay karşısında. Islak kıyafetleri ile uzun bir süre sessizce oturdular. Kendi sessizliklerinin ağırlığı, ortamı daha da suskunlaştırmıştı sanki. En sonunda Refik hiçbir şey söylemeden, kamburu çıkmış bir şekilde ağır ağır ayağa kalktı ve elleriyle Cemal’in omuzlarını tuttu, kulağına eğilerek ‘‘Yaşamımızın sonuna kadar bence bu, bir sır olarak aramızda kalsın. Zaten söylesek de kimseler inanmaz. Denizkızlarının var olduğunu bilmek, bizi milyarlarca insandan farklı kılmaktan başka bir işe yaramıyor Cemal’im’’ dedi. O da yavaşça başını sallayarak arkadaşının söylediklerini onayladı. Motoru tekrar çalıştırdılar. Tekne hareket ettikçe arkalarında oluşan köpük, yakamozun ışıltısını görünmez kılmaya başlamıştı bile.

NARİN GÜNDOĞUŞ

Paylaş

Yorumlar

E-bülten

Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz