İrfan Baştuğ caddesi no 5/A
Emekli Subaylar Sitesi 34/2 Esentepe
E-bülten
Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz
BİZANS HAKKINDA HER ŞEY
İstanbul; insanı çıldırtan, kendine hayran bırakan, meraka düşüren, “aaay buralardan daha önce hiç geçmedim, aaay geçtim de görmedim” diye şaşırtan bir şehir. Seviyoruz işte, elimizde değil :))) Bugün Bizans Hakkında Her Şey’in düzenlediği gezide az bilinen camiye dönen kiliseleri, yol üstündeki sarayları, pazarları, anıtları, araya serpilen konsil dedikoduları arasında, epeyce kalabalık bir grup, yağmuru da tepemize alarak dolandık. Rehberimiz yaka mikrofonunu taktı aldı başını gitti, dermişim :))) Şaka, şaka saatlerce hem yürüdü hem anlattı. Biz de peşinden ördek yavruları misali ip gibi dizilerek takip ettik. Ses kesilince anlıyoruz ki araya bir 100 m girmiş. Kaçırmamak için depar attık, aralarda çay, kahve, yemek, lezzet durakları, katılımcılardan eklemeler ve tatlı ikramı var idi. Geçen gezide hakiki Tulumba, bu gezide en sahici Fatih sarma, yarın Heybeli’de ne yiyecekler acaba? Gezi bilenler için Theodosius Limanı bilmeyenler için Yenikapı Marmaray Kazıları’ndan başladı. Raylı sistem ara ara durduğundan, bir yanlış bir doğru yerden çıktığımdan az geç kaldım, ama yakaladım. Şehir katman katman, asır asır üstüne binmiş, en derin Neolitik devre kadar gidilmiş ki bu önemli, neolitik CV de doğum tarihi gibi, Liman şehri, 37 batık gemi, bunların teknikleri, günlük yaşama dair bilgi, hanımlara “iyi günlerde giyin” yazılı terliği, cenin gibi gömülmüşlerin kemikleri, şehrin ağacı meşenin izleri … Mısır önemli, Mısır gitti, Bizans bitti, Mısır gitti, Osmanlı tükendi. Yolu çevirdik Mirelion Çarşısına ki aslı sarnıç, üstünde Aya Myrelaion / Bodrum Cami / Mesihpaşa Cami’sinin avlusu var, içi Rus turist bekler halde. Cami kiliseden dönme, entellektüel bir imamı var, caminin altında eskiden mezarlar varmış, çok da çileli bir hikayesi var kiii onuncu yüzyıldan başlar.
Mese Caddesi, Milyon taşından Yedikule’ye kadar, Tauri Forumu Beyazıt Meydanına denk, Barok Laleli Cami, Üçüncü Mustafa’nın türbesinde Hz. Muhammed’in ayak izi, bahçesinden dolanıp Taşhan’a çıkma ki hanım kapısında yazılı üç ismi var. Etrafı revaklı, ortası kahve, bir kat aşağısı sarnıçtan lokanta, Türk geceleri düzenlenirmiş, bir çok dizide de gözükmüş.
Kalenderhane ilk olarak bir saray hamamının üstüne yapılmış kilise, zaviyeden geçmiş camiye. Ücretsiz çay çorba dağıtımı var. Yağmur artarken koştur koştur Şehzadepaşa Cami’sine, Kanuni’nin kulaklarını çınlattık desem olmaz ama Mimar Sinan ile birlikte andık. Bahçedeki ulu ağaca dilek dilenirmiş, ağaçlar arasından İstanbul’da tek olan minaresi yivli, Burmalı Mescide uzaktan baktık. Bozdoğan Kemeri; Bizans devrinde yaklaşık 250 km uzunluğundaki su şebekesinin şehrin merkezine bağlandığı son nokta. Haşim İşcan geçidi yapılırken ortaya Aziz Polyeuktos kilisesi kalıntıları çıkmış, yaptıran para aklamak için mi desem, vergi kaçırmak için mi desem, altını eritip duvardan duvara sıvamış. haçlı seferlerinde yağmalanan taşlara Venedik’de Barselona’da rastlanmış. Kıztaşı’nın hikayesi çok. Ayasofya’ya Sütun taşıyan kız yorulunca oracığa bırakmış, kaidesinde zafer tanrıçası Nike kabartması varmış, yakına kadar altına inilen merdivenlerle altın aranmış diyenler var. Osmanlı uzun zaman bu anıttan habersiz yaşamış, ta ki bir yangın etrafını açana kadar. Paçacı Mahmut ne kadar eski bilmem ama güzel bir esnaf lokantası. Soğan Kebabına yetişemedim, notumu aldım, irmik helvasına, paça suyuna notumu on yazdım. Fatih Sarması da camisine giderken sağda. Havariyyun Kilisesi caminin temeli, Kontantius’un mezarının yeri içinde mi dışında mı belli değil, At Pazarı bugün çay, kahve, şerbet yeri, sosyalleşmede İslami Cihangir gibi :))) Kadınlar pazarına kadınlar eskiden alışverişe gelirmiş, Şimdi “küçük Siirt” de deniyor. Yöresel alışveriş ve taze et, kilosunu on beşe gördüm valla. Büryanı yemedik ama nerede yiyeceğimizi öğrendik, Eski Pontepoptes şimdi Eski İmaret Cami. Anna Komena ki kendisi kadın tarihçi tarafından her şeyi gören İsa’ya ithaf edilmiş. Pantokrator / Zeyrek Cami; Üç kilise birleşmiş, güneydeki “evrenin hakimi” İsa’ya Kuzeydeki” şefkatli Meryem”e ortadaki baş melek Mikail’e adanmış. Önünde muhteşem manzaralı bir cafe var.
Aya Theodosia / Gül Cami; adı İstanbul alındığında Osmanlı Askerinin kilisede gördüğü gül yapraklarından kalmış, güya bir gün önce de Theodisia yortusu varmış ki eline gül alan gelirmiş. Cami içinde bol bol Davut yıldızı var, “Aaaa bu İsrail bayrağında da var” diyenler nedeni için geziye gidecek :))) Gezi burada bitti. Aralarda konsilleri de konuştuk ki 20 tane kadar toplanmış, 6-7 tanesi sayılmış, toplantılarda monofizit ve diofizit tartışılmış, bir sonraki, öncekini yok saymış, isimlerini şehirlerden almış, İznik, Kalkedon, Efes, İstanbul olanı var.
Daha bir çok şey anlatıldı, aklımda ama uzun yazamadım, sevgili Ahmet Faik Ozbilge çok yoruldu ses tellerin, “ballı ıhlamur iç” derim :)))) Hayri Birinci sana da çoooook teşekkür ederiz, sayenizde ilgilendik, bilgilendik, güzel vakit geçirdik, başka yerlerde yine görüşelim, hadi inşallah.
HALİÇ’İN MEYHANELERİ SIR MEKANLARI
Bu sabah yağmur vardı İstanbul’da . Sezon açılışı için kendimi yollara vurdum, yolculuk korktuğum gibi olmadı, hatta erken gelmişim diye Eminönü’nde inip Karaköy’e yürüdüm. Aaaah Aaaaah İstanbul, aaah, seni sevmek var ya seni sevmek, sanki bir şişe gökyüzü içmek … Ne kadar sinir olsam da trafiğine, kalabalığına, pisliğine, çarpık şehirleşmesine kendimi bi atsam Galata köprüsüne, baksam uzun uzun önüme arkama sağıma soluma döne döne Galata Kulesi ile Süleymaniye arasına, hele bi de yağmur varsa, deniz trafikten köpüklü, vapurların biri gider biri gelir, köprü altı meyhaneleri, sıra sıra olta balıkçıları, balık ekmek kokusu, bilinmeze açılan ara sokaklar, sır mekanlar, kiliseler, camiler, sinagoglar, sesler, renkler … hemen af ederim, yine, yeniden severim İstanbul’u.
Buluşma yeri vapur iskelesi, kulaklıklar dağıldı, tur başladı. Yeraltı Camii, kubbesi yok, minaresi sonradan, mazisi mahzen,zindan, İçinde Sahabe Mezarı var, Rus Çatı Kiliseleri ; Alt katlar dinlenme, mola verme evleri, sayıları dört, cemaatleri az, meraklısı çok. Sonra Türk Ortodoks Patrikhanesi’ne avludan bakış,,Perşembe pazarı girişinde bir sürpriz, Turun konusu Haliç’in meyhaneleri sır mekanları. Gedikli, Koltuk; Ayaklı meyhane çeşitleri, Ayaklı Meyhaneye rehberden örnek, yanına Mutfak Dili Esnaf lokantasından patlıcanlı pilav, Üsküdar-Eyüp vapuru 11.45 de Karaköy’e yanaşacak, onu beklerken Ziraat bankasının heykellerine bakılacak. Baktık; biri kadın , biri erkek, eteklerinde ikişer çocuk, Dul Kadın ile Hiram Usta, Masonik Simgeler. Bindik Vapura, 4-5 iskele sonra Sütlüce, Haliç üstünden bi daha baktık, tersanelere, kulelere, kubbelere, İsmail Ağa Cemaatinin yurdu, Kırmızı Mektebi gölgede bırakmış, yüzen hastane gördüm kasımpaşa’da, bi de Bursa’ya deniz uçağı kalkış yeri , Sadrazam Mahmut’ta uykuluk ve tereyağlı İşkembe yedik, Oldukça pahalı ama bir kez bile denemeye değer, Sorarsanız edepsiz bir şişede kolonya ikramı da var. Sonra yürüdük Hasköy’e doğru, yol üstünde Lale Lokantası var, o da eskilerden Esnaf lokantası, Yol boyu hem binaları hem eski adetleri konuştuk. Şimdikiler meyhane değil bence içkili lokanta, nerdeeee o eski raconlar, jargonlar. Gedikli Meyhane örneğini de gördük, 14.10 vapuru ile Hasköy’den Ayvansaray’a geçtik, Ayvansaray’ın adının üç hikayesi var, ben başından “H” harfi düşmüş olanını sevdim. Balat’a kadar konuşa konuşa yürüyüp Hüseyin’in Yerinde mola, Karadeniz usulü Ispanaklı yumurta, tereyağında sarımsaklı Arnavut ciğeri büyük bakır tavalarda, tadı tuzu, lezzeti yerinde, üstüne bi de fırında patates, rehberin balık tabağında palamut var idi, limonlu yağlı, dereotlu … ilaçlarımı sabah almış idim, götürdüm, valla. Çıkışta azıcık Fener-Balat gezisinden karma yapıp, yine geze geze , Aşkenazlar, Seferatlar, binalar, Fetih İşkembe salonu, Agora Meyhanesinin gelmişi geçmişi, Hobbit House ve sosyal projeleri, Kalenderhane, Patrikhane, çay kahve, duvar yazıları, “Demir at sineme dostum !, koylarım senindir” diyen ile “Çay koydum, gitme !!” diyen arasında kaldım ben.
Atladık otobüse, Küçük Pazar’a geldik, Koltuk Meyhanesi, Köfteci Ali, köfte, şiş, piyaz var, cacık istedik, bakkaldan yoğurt alıp yaptılar, böbrek ve koç yumurtası için “kalmaz bu saate ” dediler, “Hallederiz abi ” sistemi burada, ben yiyip, dağılanlardanım, kalıp dağılanlar ne halde bilmiyorum.
Eeeeeey Sevgili Ahmet Faik Ozbilge hem konuşmak, hem yürümek, hem de küçük küçük yemek tam sana göre, düzenlediğin turlar tam bana göre, “yiyelim, içelim, gezelim, görelim ” gizlisi saklısı kalmasın bu şehrin !!!
Çoooook teşekkür ettim, bir başka rotada yine görüşelim, “bu turun yenisine tatlı da ekle” , bi de yazdıklarım devede kulak, merak edenler anlatma ile olmaz, bizzat gidin , gezin, derim.
Ayşen Karakullukçu
Yorumlar