İrfan Baştuğ caddesi no 5/A
Emekli Subaylar Sitesi 34/2 Esentepe
E-bülten
Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz
Değerli arkadaşlarımız sizler için yazdılar
Graham Greene’in 1904’te yazdığı “İstanbul Treni” romanında, İstanbul’a karadan girişin özellikle binalar ve çarşılardan oluşan ilk izlenimlerle ilgili olduğu belirtiliyor. Şehirdeki oteller, camiler ve tarihi yapılar, gezginlerin dikkatini çeken unsurlar arasında yer alıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun etkileri de gezginler tarafından gözlemlenmiş. II. Abdülhamid döneminde, sultan’ın sarayları ve törenleri dikkat çekmişken, Andersen Abdülaziz’in sarayına özellikle dikkat çekiyor. İstanbul’un tarihi ve kültürel yapısı, mezarlıklar, tekkeler ve dervişler gibi unsurlarla zengin bir şekilde betimlenmiş.
Saime, çocukluk ve gençlik yıllarını İzmir'de geçirmiş, İzmir Kız Lisesi'nde okurken çok başarılı bir öğrenci olmuştur. Atatürk'ün vefatını derinden hissetmiş ve tarihe olan ilgisi artmıştır. Üniversite eğitimini İzmir Kız Talebe Yurdu'nda geçirmiş ve burada yakın arkadaşlar edinmiştir.
Büyük bir özveri ve başarı ile büyüyen Saime, İstiklal Madalyası’nın arka yüzündeki Misak-ı Milli haritasına hayranlık duyan bir çocukken, yıllar sonra bu madalyanın kendisine kalacağı belirtilmiştir. Saime'nin babası Ârif Bey'in hatıraları ve kahramanlıkları, torunları tarafından gururla yaşatılmaktadır.
Sultan Abdulaziz, hem Batı'nın etkilerini Osmanlı mimarisine entegre etmiş hem de eski iktidarın izlerini yeni bir şekilde sunmuştur.
Eserleri, Gotik ve Hint üsluplarından etkilenmiş ve "Melez Üslup" olarak tanımlanmıştır. Abdulaziz'in sanata olan düşkünlüğü, onun emperyal ve rövanşist görüşlerinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Osmanlı minyatürleri, 18. yüzyıldan itibaren Avrupa resim sanatı etkileriyle değişime uğramıştır. Perspektif, ışık-gölge kullanımı gibi Batı teknikleri resimlere dahil olmuştur.
İstanbul'un tarihi ve kültürel mirasını keşfederken, çeşitli lezzet durakları ve önemli yapıları ziyaret ederek keyifli bir gün geçirmiş olacağız.
Ahmet Faik Özbilge'nin "Fener Balat Ayvansaray" adlı kitabı, Bağlam Yayınevi'nden yayımlandı. Kitap, yazarın 20 yıllık rehberlik deneyiminden ve Fener, Balat, Ayvansaray bölgelerine olan ilgisinden doğmuştur. Özbilge, bu bölgeleri gezip rehberlik yaparken topladığı bilgileri ve izlenimlerini kitaplaştırmıştır.
Kapadokya’nın Gaudi’nin tasarımlarında bir ilham kaynağı olup olmadığı kesin olmasa da, yazarların bu konuda yaptıkları spekülasyonlar ve gözlemler, Gaudi’nin doğa ile kurduğu derin ilişkiyi ve mimarisindeki organik formları anlamak açısından ilginç bir perspektif sunar. Gaudi’nin Kapadokya’dan esinlenmiş olup olmadığını bilmesek de, hem Kapadokya’nın hem de Gaudi’nin kendi doğal ve mimari büyüleri, bu spekülasyonların ötesinde değerli kalır.
Erguvan adı Farsçadan gelmiş olup, "Yahuda’nın ağacı" anlamına gelir. Yahuda, İsa’ya ihanet ettikten sonra pişman olup kendini erguvan ağacına asmıştır. Çiçekler bu yüzden kırmızıya dönmüş. Ayrıca, Aziz Markos, İsa'nın erguvan renkli bir giysi giydirildiğini anlatır ve çarmıhının erguvan ağacından yapıldığını öne sürer.
İstanbul'un hanları, genellikle gözden kaçan, ancak şehrin zengin tarihini ve el sanatlarını yansıtan mekanlardır. Çarşı’ya gelenler çoğu zaman hanları gözden kaçırır, çünkü bu yapılar genellikle pek dikkat çekici değildir ve içlerindeki zenginliği dışarıdan görmek zor olabilir.
Cebeci Hanı'nda, kapalı görünümüne rağmen, birçok renk ve materyalin bir araya geldiği canlı bir ortam vardır. Üst katta bakır dövme ustalarının ritmik sesleri duyulurken, alt katta eski altınlar eritilerek yeniden işlenir. Kızlarağası Hanı’nda, altın eritilir ve kalıplara dökülerek yeni formlar verilir. Pastırmacı Hanı’nda ise, zahmetli işlemlerle gümüş nesneler elde edilir. Buradaki ustalar, her işin detayına hakimdir ve uzun yılların birikimlerini yansıtır.