İrfan Baştuğ caddesi no 5/A
Emekli Subaylar Sitesi 34/2 Esentepe
E-bülten
Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz
Değerli arkadaşlarımız sizler için yazdılar
Bayram sabahları yazar için her zaman duygusal bir anlam taşımıştır; eski bayramlara özlem, aileye olan düşkünlük ve bayram sabahlarının ulvi havası bu duyguların sebeplerindendir. Çocukken bayram namazları için ailesiyle camiye gittikleri anıları anlatıyor. Bu ziyaretlerde genellikle Ataköy 5. Kısım Camii’ne gidilirdi. Camide yaşanan tatlı koşuşturma, eski ayakkabılarla cami içine gitme gibi gelenekler de yazarın anılarındandır.
Kitap, mizah yoluyla savaşı anlatırken, savaşın şiddetini ve vahşetini de gözler önüne seriyor. Özellikle savaşın neden olduğu demografik değişiklikler ve toplumsal etkiler vurgulanıyor. Kitapta bazı ikonik görsellerin sansürlendiği belirtiliyor, çünkü bu tür içerikler hassasiyet yaratabiliyor. Yazar, kitaba dahil edilemeyen iki karikatürü de bonus olarak ekliyor.
Caddenin üzeri yeni serilmiş asfaltla kaplanmış ve eski döneme ait arabaların izleri hala görünür durumda. Yılların ünlü şehir mobilyası olan “Sarı Telefon Kulübeleri” de caddede yer almakta, ancak bu kulübelerdeki rehberler kısa sürede kaybolmuş.
Mavi Nehir İsman'ın yaşadığı yaz tatilinde yaşadıklarını, deneyimlerini ve anılarını birlikte okuyalım.
Gülhane Hattı Hümayunu’nun okunduğu yer, halk arasında Gülhane Parkı olarak bilinse de, aslında bu olayın gerçekleştiği kasır, Topkapı Sarayı bahçelerinin Marmara'ya bakan kısmındaydı. Gülhane Kasrı, Abdülaziz döneminde (1865) yıktırılmıştır ve bu süreçte sadece kasır değil, aynı zamanda bu bölgedeki tarihi ve kültürel miras da kaybolmuştur. Bu kayıplar, çağdaşlaşma sürecinin bir parçası olarak yaşanmıştır.
Gülhane Kasrı, Sedat Hakkı Eldem tarafından kalıntılara ve eski kayıtlara dayanarak yeniden yapılmış olabilir. Kasır, bir istinat duvarı üzerine inşa edilmiştir ve Cirit Meydanı'na bakacak şekilde konumlandırılmıştır. "Gülhane" adı, muhtemelen başlangıçta gül yağı üretilen bir yerden gelmektedir.
Gülhane Kasrı'nın, cirit müsabakaları için değil, İkinci Mahmut'un yeni ordusunun talimlerini ve resmi geçitlerini izlemek için yapıldığı düşünülmektedir. Cirit müsabakaları İkinci Mahmut döneminde yasaklanmış ve bu tür etkinlikler için kullanılan alanlar modern ordunun eğitimine tahsis edilmiştir.
Sarayda cirit oyunları Bamyacılar ve Lahanacılar arasında yapılırdı; bu iki takım, Üçüncü Selim ve İkinci Mahmut tarafından adlandırılmıştı. Bu adlar, sarayın bahçelerinin büyük ölçüde bostan olarak kullanıldığını ve sebze yetiştirildiğini gösterir.
Saray bahçeleri, Padişah’ın ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla üretken bir şekilde kullanılırdı. Fazla ürünler satılır ve geliri Padişah’a ait olurdu. Bahçeleri yöneten kişilere "bostancı" denirdi, ve bu bostancılar sebze meyve yetiştirmenin ötesinde birçok başka görevde bulunurlardı.
Bostancılar, Osmanlı döneminde devşirme kökenli olup, çocuk yaşta ailelerinden alındıktan sonra Türkçe konuşan çiftçi aileleri yanında eğitim gördüler. Saraya Bostancı olarak hizmet vermeden önce bu süreçten geçerlerdi. Bostancılar, saray muhafızları olarak görev yaptıkları gibi, sebze ve meyve yetiştiriciliği gibi diğer üretken işlerde de aktiftiler.
Bostancılar ayrıca "mezbelekeş" olarak çöp toplayıcılığı da yaparlardı. Mezbelekeşan, sarayın atık sularının Marmara'ya döküldüğü, Sarayburnu ve Balıkhane arasında yer alan bir alandı. Bu çöp toplayıcılar, atık suların içindeki değerli eşyaları arar ve Marmara'nın dibini tararlardı. Bu işin karlı olduğu, saray atıklarından değerli eşyaların çıkarılabilmesinden kaynaklanıyordu.
Balıkhane, Osmanlı Sarayı'nın balıkların havuzlarda saklandığı ve avlandığı bir birimiydi. Bugünkü Cankurtaran deniz fenerinin solundaki alanda, Bizans döneminde minik bir liman olarak işlev gören bir yerdi. Sahil yolunun yapılmasıyla bu liman ve surların denize sıfır konumu kayboldu.
Evliya Çelebi ve diğer kaynaklar, sarayda deniz ürünlerinin kullanılmadığını belirtir. Balıkhane, büyük ihtimalle padişahın kişisel tüketimi için balık tutmakla sınırlıydı ve belki de satılıyordu. Yoksul halk arasında balık tüketimi Bizans döneminde yaygındı, ancak İstanbul'da balık tüketiminin artışı 1640'tan sonra gerçekleşti. Bu dönemde koyun eti fiyatları yükselmiş ve çok sayıda göçmen İstanbul'a gelerek balık tüketim kültürünü de beraberlerinde getirmiştir.
Balıkhanenin işlevi, sadece balık tutmakla sınırlı değildi. Resimlerde, Balıkhane'nin kara ve deniz surlarının birleştiği noktaya yakın olduğu görülmektedir.