İrfan Baştuğ caddesi no 5/A
Emekli Subaylar Sitesi 34/2 Esentepe
E-bülten
Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz
Kendi kitabı üzerine yazı yazmak garip gelse de “site müdürünün” talebine karşı boyun kıldan ince. Kıldan ince olanı kılıçtan keskince hale getirmek için azıcık kitap içeriğinin dışına çıkacağım.
Mesut Yaşar Tufan’la birlikte yayına hazırladığımız ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Yüz Yıl Sonra Savaşan Çizgiler yazılı ve sayısal mecralardan hatırı sayılır ilgi gördü. Alternatif tarih okuması, sıra dışı geçmiş hesaplaşması gibi övgüye yönelik sevindirici saptamalar haricinde bence önemli olan bir konuya değinene ise rastlamadım. Bu konu “Kitaba bir de kronoji eklenmiş” cümlesiyle geçiştirilen, pek de önem atfedilmeyen bir içerik unsuru.
Kitabın ana malzemesi tabii ki 1980’li yıllarda Paris’te bir koleksiyonun düzenlenmesi sırasında kopyalanmış ve o zamanlar görsel arşivciliğin yıldız kuruluşu olan SIPA dosyalarına girmiş olan dialar. O dönemde SIPA’nın fotoğraf editörü olan Mesut Yaşar Tufan’ın TC Kültür Bakanlığı’na yaptığı başvuru dikkate alınmadığından Türkiye’ye dair binlerce karikatür ve kartpostalın orijinalleri akibeti belirsiz bir yola çıkmış. Bugün kimin elinde oldukları, halen var olup olmadıkları da bilinmiyor. Koleksiyonun Birinci Dünya Savaşı’yla ilgili bölümünü derleyip röprodüksiyon yaptıktan sonra bir kitap haline getirilebilmesi için ait oldukları dönem ve olaylara ilişkin araştırma yaparken yakın tarihin en büyük, önemli ve etkili dörk yılına ilişkin bir kronoloji kaynağı bulunmadığını fark ettik. Oysa savaşın tarafı olsun olmasın birçok ülkede bu yapılmıştı. Erişebildiğim Türkçe kaynakların salt Türkiye tarafından bakışla hazırlanmış ve kısmi olduklarını görünce de İngiliz, Fransız, Alman ve Amerikan kaynaklı kronolojileri birbirine çarpıştırarak o şiddet dolu dört yılı sayılı sayfalarda izlenebilir hale getirmeye çalıştım. Dolayısıyla bu kitabın öncelikli özelliği görsel malzeme zenginliğini tarafsız bakış açısıyla, doğrudan olup biteni sergileyerek anlatıyor olması.
Bugün, 1. Dünya Savaşı olarak anılan dönemin, üzerinde en çok tartışma yaşanan, en çok yayın ve araştırma yapılmış, tabiri caizse didik didik edilmiş cephelerinde yaşananların farklı ülkelerce nasıl algılandığını sergileyen bu iki yüz küsur sayfa her ne kadar mizah yüklüyse de duyarlı okur için gülümsetici olmadığını da söylemeliyim. Yaşanan, yaşatılan şiddet ve vahşetin alay ve ironi konusu edilmesi belki kaçınılmazdı ama mizahın propaganda unsuru olarak kullanımının sürekli bir vicdan muhasebesi yapmayı iteklediği de su götürmez.
1. Dünya Savaşı yaşanırken ismi “Büyük Harp”ti. Ardından “Harbi Umumi” diye adlandırıldı. Bu umumiyetin nereden geldiğini saptamak için dönemin emperyalist güçlerinin kıtalararası mücadelesine bakmak gerekiyor. Savaş sadece Avrupa’da cereyan etmedi. Taraflar o dönemde birçok kişinin nerede olduğunu bilmediği Afrika topraklarında, Okyanusya’da, Güney Amerika’da karşı karşıya geldiler, birbirlerinin müstemlekelerini ele geçirmeyi hedeflediler.
Harbin çıkış sebebi olarak genellikle şu üç kişi gösterilir: Avrupa’nın çeşitli ülkelerini yüzyıllarca yöneten Habsburg hanedanının Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Arşidüşes Sophie ile Saraybosnalı genç bir Sırp milliyetçisi olan Gavrilo Princip. Bu adam üç arkadaşıyla bu asil çifte Saraybosna’da bir suikast planladı. İlk denemesinde beceremediyse de ikinci girişiminde ikisini, hatta kadının hamile olduğunu da düşünürsek üçünü öldürdü. Bu yüzden dünya birbirine giremezdi muhakkak fakat siyaseten çakışan emperyal çıkarlar ve gizli tutulan ittifaklar zaten bir kıvılcım bekliyordu.
Çoğumuzun bildiklerini tekrarlamak istemiyorum ama Umumi Harp’le ilgili vurgulamak istediğim birkaç nokta var. Bunların ilki, Umumi Harbin tarihin ilk küresel çatışması olması. İkincisi, asıl güçler çatışmasının dönemin savunma teknolojileriyle okyanuslardaki ticaret yollarında ve doğal kaynak zengini uzak kıtalarda olması.
Japon İmparatoru’nun Avusturya’ya savaş ilan etmesinin, İngiliz ve Fransızların Togo’yu, Yeni Zelanda kuvvetlerinin Samoa’yı, Avustralya’nın Yeni Gine’yi işgal etmesi gibi vakalar harbin umumiyetinin göstergeleri. Bu harp Verdun kadar Falkland adalarında da, Sarıkamış kadar Darüsselam’da da, Avlonya kadar Windhoek’te de yaşandı. Bu yüzden bu harp, bir bakıma ilk küresel nüfus hareketliliğini de yarattı. Kamerunlular Alman gördü, Araplar Yeni Zelandalı gördü, Nepalliler Türk gördü. Küba, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na savaş ilan etti. Farklı kültürler, zihniyetler ve hukuklar birbiriyle karşılaştı. İnsan bedeni kimyasal silahla tanıştı. Hastane gemileri hedef olma durumunda kaldı. Avrupa başkentleri bombardımanlar yaşadı.
Osmanlı askeri Çanakkale’de yedi düveli karşısında gördüğünde “Bunların burada ne işi var?” diye sormuştu belki ama dünya üzerinde bu soruyu tek soran o değildi. Avrupa ölçeğindeki iki büyük cepheden biri Garp, diğeri Şark cephesiydi. Çanakkale ise Şark cephesinin stratejik bir noktasıydı. İtilaf Devletleri için ekonomik bir kısa yol.
Büyük Harbin sonu da bazı ilklere sahne oldu. Örneğin Almanya’ya o ana kadar görülmemiş bir siyasi yalnızlaştırma uygulandı. Emperyal uzantıları olan olmayan birçok dünya ülkesi diplomatik ilişkilerini kesti. Savaşın en çok 19-40 yaş aralığındaki erkek nüfus üzerindeki yok ediciliği geride milyonlarca dul ve yetim kalmasına neden oldu. Can kayıplarının yarattığı demografik sonuçlar arasındaki cinsiyet eşitliğinde dengesizlik, nüfus yaşlanması ve doğum sayısındaki azalma, savaş sonrasındaki toparlanma döneminin de uzun olmasını sağladı. Japonya ve ABD gibi deniz aşırı ülkeler küresel denkleme dahil oldu ve Avrupa’nın dört köklü imparatorluğu son buldu. Dünya üzerindeki umumi hareketliliğin bir sonucu daha oldu: Dünya grip virüsüyle tanıştı. Yani bu havada bile grip olan varsa kendini Harbi Umumi mağduru görebilir(!).
Yüzyıl Sonra Savaşan Çizgiler‘in görsel yeterliliği konusunda her okurun hemfikir kalacağına eminim. Yine de bu yazının okurlarıyla bir sırrı paylaşmalıyım. Malum(!) sebeplerle otosansür uygulayarak iki görseli kapsam dışı tuttuk. Bunların biri Fransız kaynaklı bir V. Mehmed Reşad portresiydi. Padişah şu ünlü Freud posterindeki gibi, beyninde bir haremde orji sahnesi yaşarken resmedilmişti. Diğeri ise ABD kaynaklı bir karikatürdü ve Hz. İsa’yı aranan suçlulardan biri olarak gösteriyordu. “Böyle bir kitapta bu kadar ikonik iki görsele yer vermemekten dolayı utanmıyor musunuz?” diyecek olanlara yanıt vermeye çalışarak bitireyim: Üzerinden yüz yıl geçmiş bir hadiseyle ilgili belgeler yayımlarken bile yazarına ve yayıncısına “Ne olur ne olmaz” hissiyatı salıp ödlekleştirenler bir gün yaptıklarından utanırsa, ben de o zaman utanacağım.
Bonus: Yersizlikten kitaba dahil edemediğimiz biri İtalyan (1918), diğeri Rus (1917) kaynaklı iki karikatür.
İzzeddin Çalışlar
Yorumlar