İrfan Baştuğ caddesi no 5/A
Emekli Subaylar Sitesi 34/2 Esentepe
E-bülten
Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz
Değerli arkadaşlarımız sizler için yazdılar
Hodegetria, Rumlar için büyük öneme sahip bir Meryem Ana ikonasıdır ve “Yol Gösteren” anlamına gelir. Meryem Ana’nın, körleri iyileştiren ve onları ayazmalara götüren “hodegoi” keşişlerin temsil ettiği gelenekle bağlantılıdır. Konstantinopolis’in koruyucusu olan bu ikonanın, şehri kuşatma tehlikesi altındayken sokaklarda dolaştırılması ve surlara çıkarılması bir gelenekti.
Fetih günü, Hodegetria’nın yere düşüp çamurlanması, şehrin sonunun yaklaştığına dair bir işaret olarak algılandı ve Osmanlı askerleri tarafından parçalanması bekleniyordu. Ancak Rumlar, ikonanın Fetih’ten önce Yunanistan’daki Kutsal Dağ’a taşındığını ve böylece kurtulduğunu inanır.
Sarayburnu, günümüzde hem tarihi hem de modern anlamda tanınmaz bir hale gelmiştir. Bu alan, şehrin en prestijli noktalarından biri olabilecekken, şu an eski prestijini kaybetmiştir. 1926 yılında Sarayburnu’na konulan Atatürk heykelinin yer seçiminin bir nedeni, Bandırma vapurunun Samsun’a buradan hareket etmiş olması olabilir. Heykel, Cumhuriyet İstanbul’unun manevi bir simgesi olarak düşünülmüştü. Ancak bugün, bu heykeli bulmak zor ve mevcut durum pek iç açıcı değildir. Bu durum, hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemlerinde tarihi ve manevi mirasa yeterince sahip çıkılmadığı izlenimini veriyor.
Sarayburnu’ndaki Atatürk heykeli, Türkiye’deki ilk insan figürlü heykel olma özelliğine sahiptir ve bu özelliğiyle önemli bir tarihi dönüm noktasıdır. Heykel, Atatürk’ü vakur ve efendi bir şekilde tasvir eder. Ancak, bu heykelin tarihi önemi, onu diğer heykellerden ayıran en önemli unsurdur.
Cumhuriyet dönemi, İttihatçılar’ın cesaret edemediği ideolojik ve figüratif değişiklikleri gerçekleştirerek, heykel sanatında devrim niteliğinde adımlar attı. İttihatçılar döneminde figüratif heykellere cesaret edilmemiş, bunun yerine soyut anıtlarla yetinilmiştir. Cumhuriyet döneminde ise, insan figürlü heykellerin önemi vurgulandı.
Yazlık Saray, 1709’da Üçüncü Ahmet döneminde yapımına başlandı ve Üçüncü Selim döneminde tamamlandı. Köşk ve bahçeler, Ensle tarafından Schönbrunn sarayının bahçeleri tarzında düzenlendi. Melling ise birçok bölüm ekledi. Yazlık Saray 1862’de büyük bir yangında tamamen yok oldu.
Tarihi Yarımada'nın en ucunda, Sarayburnu'nda Bizans döneminde "Aya Barbara Kapısı" olarak bilinen kapı, Osmanlılar tarafından da kullanıldı. Osmanlılar, Fatih Sultan Mehmet döneminde bu kapının önüne top yerleştirdi. Başlangıçta bu toplar askeri amaçlı kullanıldı, ancak kısa süre sonra yalnızca bayram, düğün ve donanma geçişlerinde şeref atışları için kullanıldı.
17. yüzyılda kapının iki yanına külahlı kuleler eklenerek "Top Kapusu" olarak anılmaya başlandı. Ayrıca "Bostancı Kapısı" ve "Adalar Kapısı" olarak da bilindiği not edilmiştir. Top Kapusu, yazlık sarayın bir parçası haline geldi ve ona adını verdi. Bu saray zamanla Topkapı Sarayı olarak bilinir hale geldi.
Burgazada’ya mutlaka gidin. Giderseniz Sait Faik’e uğramadan, Kalpazankaya’ya çıkmadan dönmeyin. Ama çıkamazsanız da dert etmeyin, yol üstündeki Cennet Bahçesi’nde bir sakızlı kahve için derim. Kesinlikle servisi Kalpazankaya’daki tesisten daha iyi ve manzara yine muhteşem.
Antik dönemde doktorluk, ilaç bulunmadığından baharatlar, sebzeler, meyveler ve şarap gibi içecekleri tedavi amacıyla kullanmayı içeriyordu. Diyetisyen olarak kabul edilen Bizanslı doktor Anthimus, 5. ve 6. yüzyıllarda yaşamış ve özellikle yemek kültürü konusunda önemli katkılarda bulunmuştur. Geniş bir coğrafyada hizmet veren Anthimus, Bizans'ın sağlıklı yemek alışkanlıklarını Orta Avrupa'ya tanıtmıştır.
İslam’ın ilk minareleri işlevsel ve sadeydi. Medine’de ezan ilk olarak cami çatısından okundu. Mekke’nin fethiyle birlikte ezan Kâbe’nin çatısında okunmaya başlandı. İslam’ın genişlemesiyle minareler farklı coğrafyalarda çeşitli formlar aldı. Minareler, İslam’ın yayıldığı bölgelerde yerel geleneklerden etkilenerek çeşitlenmiştir. Örneğin, Mezopotamya’daki zigguratlar ve Hindistan’daki Ashoka sütunları, minarelerin gelişiminde etkili olmuştur. Ayrıca, Türk topluluklarının inşa ettiği kargu kuleleri, minare kelimesinin kökenine katkıda bulunmuştur.
Yürüyüşün amacı sadece doğa yürüyüşü değil, aynı zamanda doğa hakkında bilgi edinmekti. Kızılderililerin doğayla iç içe yaşamları, inançları ve diğer konular üzerine bilgi paylaşımı yapılması planlandı. Ayrıca, doğada hayatta kalma, ilk yardım, doğru ayakkabı ve çorap seçimi gibi pratik bilgiler de programa dahil edildi.