İrfan Baştuğ caddesi no 5/A
Emekli Subaylar Sitesi 34/2 Esentepe
E-bülten
Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz
Güzel bir yaz günü adaya gitmek üzere iskelede toplandık. Yaz dediysem bahara daha yakın bir gündü aslında. Haziran en sevdiğim aydır. Ama bir süredir haziranları mayıs gibi yaşıyoruz. Hava yaza göre daha serin. Bahar yağmurları da henüz hızını alamadı.
Daha vapur adaya ağır ağır yaklaşırken içimi bir huzur kapladı. Yaklaşıp evlerini, ağaçlarını hele köpeklerini ve kedilerini gözüm seçmeye başlayınca, enikonu sakinleştiğimi hissettim. Öyle ki; elimde fotograf makinesi, ağzım kulaklarımda, öylece seyre dalmışım adayı.
İlk hedefimiz Sait Faik Müzesi, iskeleye yakın bir konumda. Kuş sesleri eşliğinde ada sokaklarında yürüyerek kısa sürede köşke ulaşıyoruz. Müze, yeşillikler içinde, huzurlu, 3 katlı bir ev. Oldukça bakımlı ve temiz. Çocuklar gibi gürültülü bir giriş yaptık müzeye. Malum herkeste bir bahar sevinci. Neyse ki müze görevlisi anlayışlı bir insan çıktı ve bizi sükunetle buyur etti içeri.
Ev, Sait Faik’in kullandığı mobilyalar korunarak müze haline getirilmiş. Yemek odasında günün mobilyaları, büfesi, tüm aksesuarları ve masada o yıllara ait porselen yemek takımları duruyor. Sanki ev halkı az sonra yemek yiyeceklermiş gibi bir sofra hazırlanmış.
Dantel ve işlemeli örtüler her yerde. Başköşede artık antika olmuş bir radyo. Yazarın daktilosu, yazı takımı masasında duruyor hala. Mütevazı döşenmiş yatak odasında yatağı, yatağının başucunda ayakkabıları. Komodinin üstünde çalar saati… Eşyaların gerçekten bizzat kullanılmış olması yazarın sanki halen evin bir odasında olduğu hissine kapılmanıza neden oluyor. Bu yüzden yazarın kendisine rastlarım duygusuyla gezdim bütün evi.
Kullandığı şahsi eşyalarını orijinal haliyle görmek beni heyecanlandırdı. O sevdiğim kelimeler bu evde mi yazılmıştı. En çok ta fotograflarında sıklıkla gördüğümüz fötr şapkası gülümsetti. Bilirsiniz bu şapka Sait Faik’in alamet-i farikası gibidir.
Duvarlarda fotograflar, onların üzerindeki el yazısı notlar, mektuplar, mektuplar…
Kitap kapakları üzerindeki ithaflar, yıllar öncesinin dergilerinin sayfalarında Sait Faik öyküleri… öykülerin taslakları… hikayelerinin henüz temize çekilmemiş o ilk halleri, karalamaları… üstü çizilmiş kelimelerle dolu taslaklar… notlar…
Arkadaşlarıyla yazışmaları, 30’lu yılların modası kıyafetlerle çekilmiş fotografları… Çoğu, iyi bildiğimiz, tanıdığımız dönemin edebiyat insanları ile edebiyat sohbetlerinden sararmış kareler…
Yazarları münzevi insanlar sanıyoruz hep. Oysa çoğu arkadaş canlısı, sıcakkanlı insanlar. Sait Faik de öyleymiş meğer bunu görüyorum. İnsan adada evi olunca münzevi bir hayat yaşadığını sanıyor. Sanırım bir tür önyargı.
Sait Faik’in hayat öyküsünü, odadan odaya gezerken tanıtıcı panolarda okuyarak sıkılmadan öğreniyorsunuz. Müzede uzun saatler geçirebilirsiniz. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım ben. Herkes ziyareti bitirip bahçeye çıkmış çoktan. Oysa müze evin çatı katındaki çalışma odası, benim en merak ettiğim bölüm. Görmesem olmaz.
Yazarın çatı katında bulunan çalışma odasının muhteşem bir manzarası olduğunu söylememe gerek var mı? Tam camın karşısında kahverengi deri bir koltuk var. Biraz daha kalıp, bir süre yazarın koltuğunda ve evin bu en sevdiği köşesinde oturmak istedim. Ama elbette mobilyalara dokunmak bile yasak.
Müzeden çıktık. Kalpazankaya’ya yürüyebiliriz sandık. Öğle güneşinde uzun süre dayanamadık bir kahve molası verdik. Moladan sonra da acıkıp sahile geri döndük. Kalpazankaya’nın muhteşem manzarasını göremedik. Başka bir bahara artık dedik.
Burgazada’ya mutlaka gidin. Giderseniz Sait Faik’e uğramadan, Kalpazankaya’ya çıkmadan dönmeyin. Ama çıkamazsanız da dert etmeyin, yol üstündeki Cennet Bahçesi’nde bir sakızlı kahve için derim. Kesinlikle servisi Kalpazankaya’daki tesisten daha iyi ve manzara yine muhteşem.
Ve lütfen ama lütfen delikanlı olun ve faytona binmeyin, yürüyün. Çünkü atlar o yokuşa dayanamıyor cidden eziyet çekiyorlar. Küçük bir bilgi daha vereyim bu arada; dünyanın hiçbir yerinde böyle uzun ve böyle dik yokuş olan başka bir fayton güzergahı yok. Sırf keyifli bir gün geçirmek adına hayvanları görmezden gelmeyin rica ediyorum.
Müze, pazartesi ve salı günleri kapalı, bilginiz olsun. Siz iyisi mi mutlaka bir haziran günü gidin. Dönmeden önce sahilde mutlaka “Barba Yani” de kömürde balık yiyin. Müdavimi olursunuz. Mezeleri de muhteşemdir.
Bu arada, fotograftaki kediyi merak mı ettiniz? O; bakkalın girişine, hem de eşiğin tam ortasına uzanmış şekerleme yapan adalı bir kedi. Müşteri gelince hiç istifini bozmuyor. Çaresiz üstünden atlayıp içeri giriyorsunuz.😊
Böylelerine eskiler ne derler bilirsiniz “İki dönüm bostan, yan gel yat Osman”
Ada, kedileriyle müsemma. Adeta Burgazada’nın sahibi ve simgesi olmuşlar. Sahildeki tezgahlardan buzdolabınızın üzerine Burgazada kedilerini anlatan magnetlerden almayı unutmayın. Baktıkça adayı hatırlarsınız. Ya da birbirinden güzel rüzgâr çanlarından birini seçin… Estikçe ada havası getirirler evinize belki.
Ne güzel bir şehirde yaşıyoruz farkında mısınız? Hala ve bize rağmen güzel. Bu güzelliğin tadını çıkarırken, korumak zorunda olduğumuzu da hatırlamanız dileğiyle,
Güneşiniz, huzurunuz, keyfiniz daim olsun.
İNCİ GÜÇLÜER
Yorumlar