İrfan Baştuğ caddesi no 5/A
Emekli Subaylar Sitesi 34/2 Esentepe
E-bülten
Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz
Dünyanın neresine giderseniz gidin her yerde farklıdır şehirler. Bazılarında gezerken kendinizden bir parça bulduğunuz olur, bazılarında ise; bir hayale kapılıp, sokaklarında kaybolur gidersiniz. Tabii, bunlar iç dünyamızdaki hallerimiz…
Oysaki şehirler ne çok anlam yüklüdürler. Işıltılı caddelerinde birbirinden şık hanımların alışveriş yaparak dolaştığı ve dünyaca takip edilen moda haftalarıyla ünlü Paris, Milano, Londra, New York şehirlerine ‘moda’ anlamını yüklemek belki de tam isabet olur.
Gondol sefalarıyla Venedik ve “I found my love in Portofino” şarkısında adı geçen İtalya Rivierası’ndaki Genova için ‘aşk’ şehirleri demek daha uygundur. Keza renkler de şehirlere anlam katarlar. Mesela, gri binaları ve puslu havasıyla Prag’a ‘Gri Şehir’ denmesi de işte bu yüzdendir.
Üzüm bağlarının bolluğu ve kaliteli şarabıyla Toscana, meşhur peyniri ile Gruyére, paella yemeği ile Valencia, elmalı strudeli ile Viyana vs.. saymakla bitmeyen lezzetleriyle damak zevkini çağrıştıranlar da hiç unutulmaz. Ama öyleleri var ki; renk, lezzet, tarih, mimari gibi birçok özelliği içinde barındırırlar. Bakalım, bu tespitimde siz de benimle aynı fikirde misiniz?
Sokaklarında yürürken mis gibi çikolata kokusunu hissettiğiniz çok özel bir kenttir Brugge. Açık söylemek gerekirse, ilk etapta beni cezbeden buram buram çikolata kokusu olsa da aslında bu kentte dolaştıkça, bir çağı yaşatması ayrıcalığını çok daha derinden hissettim. Doğrusu, bin yıllık tarihiyle hem geçmişe dönüp, hem de capcanlı bugününü görmek ilginçti.
Bildiğiniz üzere, Avrupa’daki eski şehirlerin çoğunun birer meydanı olur. Belediye binaları, kiliseler, cafeler hepsi burada bulunur. Dar sokaklarından şehri gezdiğinizde Brugge’ün de böyle bir özelliğe sahip olduğunu hemen fark edersiniz.
Bir Orta Çağ kenti olan Brugge, Belçika’nın kuzeyinde, Flaman bölgesinde yer alır. Kanallarıyla ünlü bu şehre ‘Kuzey’in Venedik’i denmekte olup, tekne gezintisi de yapılmaktadır. Aynı zamanda gotik üsluptaki yapıları, doğası ve zengin sanat eserleriyle kültür ve turizm cennetidir.
Kentin Simgesi
Evet, gelin şimdi Brugge’de bir gezintiye çıkalım. Kente ilk girişte büyüklüğünden ötürü tam kadraja alamadığım St.Salvator Katedrali göze çarpmaktadır. Sonradan katedrale dönüşen bu katolik kilisenin mazisi ta 10.yüzyıla kadar uzanır. İşte renkli ve sivri çatılı binalarıyla şirin ‘Markt’ adlı meydanı da hemen karşımıza çıkıveriyor.
13- 15. yüzyıllarda yapılan Belfry Çan Kulesi, Brugge’ün simgesidir. Bu çan kulesi günümüzde müzik kutusu işlevini görüyor ve her 15 dakikada bir farklı ezgiler çalan çanları ile insana güzel duygular yaşatıyor.
İlk etapta hazine ve arşiv olarak kullanılan yapı, bir vakit yangın gözlem kulesi de olmuş. Dilerseniz 83 metre yüksekliğindeki bu kuleye çıkabilirsiniz. Bu arada hemen belirtelim, 366 basamaktan oluşan merdiveni tırmanmak gerekiyor. Zirveye çıkmanın mükâfatı da müzik kutusunun mekanizması ile muhteşem Brugge manzarasını izlemek oluyor. Ayrıca, kulenin demirden yapılmış bir maketi de bu meydanda bulunmaktadır.
Ve başka bir tarihi yapı ise, 14.yüzyıldan kalma Belçika’nın en eski binalarından Belediye Binası’dır. Bu arada ikliminin değişken olması da farklı doğa olaylarını görmemizi sağlıyor. Markt meydanını gezdiğimiz sırada yağmur yağıyordu. Aniden duran yağışın ardından öyle şahane bir gökkuşağı belirdi ki; bu masalsı kente tabiatın da bir katkısı oldu ve Brugge’ün güzelliğine güzellik kattı.
Belediye Binası’nın hemen bitişiğinde St.Sang Şapeli yer alır. Aslında burası küçük bir Roma kilisesidir. “Holly Blood” orijinal ismidir. “Kutsal Kan Kilisesi” diye adlandırılmasının sebebi; bazilikada kanlı bir bezin olması ve Haçlı Seferleri sırasında, Hz.İsa’ya ait kanlı bezin buraya getirildiği, özel cam şişede muhafaza edildiği ve bu nedenle kutsal emanetlerin saklandığı küçük ama önemli bir ibadethanedir.
Adalet Sarayı, Gruuthuse Konağı (Bira üretiminden çok zengin olan Lodewijk van Gruuthuse ailesinin şaşaalı yaşantısının sergilendiği müze), Notre Dame Kilisesi de diğer tarihi yapılar arasındadır.
Bruggeli Madonna (Madonna of Brugge)
Orijinal adı “Church Of Our Lady” olan kilisenin kuleleri, dünyanın en uzun kuleleri olup, şehrin silüetini de oluşturur. İçinde Michellangelo tarafından yapılan heykeller dikkat çekmekte ve en ünlüsü ise, Aziz Meryem’in bebek İsa ile olanıdır.
Çikolata ve dantel şehri olarak bilinen Brugge’de her ikisinin de müzesi bulunmaktadır. İplik ve dokumacıların ön plana çıkmasıyla 17.yüzyılda dantel çok önem kazanır. Ve yakın tarihimizde de Belçika’nın bu şehrinin dantelleriyle ünü tüm dünyaya yayılır.
Satış yapan mağazalarını gezdiğimizde hepsi birer şaheser ürünlerin içinde dantelden yapılmış yelpaze bile vardı. Brugge’de yılbaşı süslemeleri ile guguklu duvar saatlerinin satıldığı dükkânlar da çok ilgi çekenler arasında yer alıyor.
2017 yılının sonlarına yaklaştığımız şu günlerde; acaba bu şehir yeni yılda nasıl olur, diye düşünmeden edemedim doğrusu. Noel’de çok güzel süslenmesiyle mis gibi çikolata ve waffle kokuları eşliğinde şehri dolaşmak çok eğlenceli olur tabii ama, sandalla kanalları gezmek veya beyaz kuğuların yüzdüğü Minnewater gölü civarında faytonla tur atmak için buraya ilkbaharda gelmek de ayrı bir keyif olsa gerek.
Hafta içi gündüz gezme fırsatı bulduğumda sokakları boş denecek kadar ıssızdı. Ancak, turizm mekanı olduğu için daima talep gören ve 2002 yılında ‘Avrupa Kültür Başkenti’ seçilmesiyle birlikte daha popüler olan bu güzel kente her mevsimde gelmek insanı mutlu eder.
Masal dünyasını çağrıştıran Brugge beni o kadar çok etkiledi ki; Avrupa ülkelerindeki başka hangi eski şehri gezsem, hemen burası ile kıyaslıyor ve kendimce daha ilk sırayı kaptırmayan bir kent özelliğini koruduğuna tüm kalbimle inanıyorum. Kanalları, ilginç dükkânları, çikolatası, midyesi ve meşhur Heineken birasıyla hep hatırlayacağım ender yerlerden birisi olacak.
FİLİZ SEVER
Yorumlar