İrfan Baştuğ caddesi no 5/A
Emekli Subaylar Sitesi 34/2 Esentepe
E-bülten
Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz
Konstantinus’un Roma İmparatorluğu ve Hıristiyanlık üzerindeki etkilerini ele aldığım yazı dizisinin bu ikinci bölümüne, küçük bir geri dönüş ve hatırlatmayla başlamak isterim. Geçen yazıda, Diocletianus’un tetrarşi adı verilen bir “dörtlü yönetim” getirdiğini, Roma İmparatorluğu’nun idaresinin iki üstdüzey (augustus) ve iki de onlara tabi ikincil (caesar) tarafından idare edildiğini belirtmiştim. Augustus’ların ardılları caesar’lar olacaktı, böylece tahta kimin geçeceği belirlenmiş oluyordu. Augustus ünvanlı Diocletianus Nicomedia (İzmit) ve Antakya’yı, Maximianus kuzey İtalya’yı, caesar’lardan Galerius Selanik ve bugünkü Sırbistan’ı, Konstantius Klorus ise Almanya’nın kuzeyindeki Trier’i seçmişlerdi. Böylece dört tetrark yani Augustus olan Diocletianus ve Maximianus ile caesar olan Galerius ve Konstantius Klorus, Roma İmparatorluğu’nu yönetiyorlardı. Augustus olan Diocletianus ve Maximianus tahttan çekildi, caesar’lıktan augustus’luğa yükselen Konstantius Klorus da bir yıl içinde öldü. Ortaya çıkan taht kavgasında Konstantius Klorus’un oğlu I. Konstantinus imparator olmak isteyen diğer adayları alt ederek 324 yılında tek başına Roma İmparatorluğu’nun başına geçti. 11 Mayıs 330 tarihinde de imparatorluğun başkentini, eski adı Byzantion olan kente taşıdı, kentin adı artık Konstantinopolis’ti.
Büyük Konstantinus’un gerçekten Hıristiyan olup olmadığı, olduysa bile bunun ne zaman ve nasıl gerçekleştiği tartışmalı bir konudur. Yine de Konstantinus, tarihçiler tarafından, Hıristiyanlığa geçen ilk Roma imparatoru olarak kabul edilir.[1] Şunu unutmamak gerekir: Konstantinus kadar güçlü bir yöneticinin, Hıristiyanlık gibi, o dönemde inanç esasları, doktrini tam olarak oluşmamış bir dine geçmesi , Konstantinus’u olduğu kadar ve hatta daha fazla, Hıristiyanlığı da değiştirecek bir olaydır. Tetrarklardan biri olan Konstantius Klorus’un evlilikdışı çocuğudur Büyük Konstantinus. Annesi Helena’nın Hıristiyan olduğu bilinmektedir.[2]
[1] David Brown, Through the Eyes of the Saints, Continuum Books, 2005, Londra, sf 35
[2] Michael Sommer, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, sf 157
Öncelikle Konstantinus’un Hıristiyanlığa nasıl geçtiğine bakalım: Konstantius, Roma İmparatorluğu’nun tek imparatoru olmak için tetrarklardan biri olan babası Konstantius Klorus’un ölümünden sonra, diğer tetrarklarla savaşır. Bu savaşların en önemlilerinden biri, Maxentius’a karşı zafer kazandığı 312 yılında gerçekleşen Milvian Köprüsü Savaşı’dır. Konstantinus’un büyük oğluna hocalık yapan ve Hıristiyan olan Lactantius, 28 Ekim 312 tarihindeki Milvian Köprüsü Savaşı’na yol açan gelişmeleri ayrıntılı bir biçimde açıkladıktan sonra devam eder: Konstantinus, rüyasında, askerlerinin kalkanlarına Tanrı’nın simgesini çizmesi gerektiğini görür. Labarum adı verilen ve İsa Mesih adının ilk iki harfinden (chi – ro) oluşan simge, kalkanlara çizildikten sonra savaşa giren Konstantinus ve ordusu, zafer kazanır. Lactantius, bu konu üzerinde daha fazla bilgi vermeden Konstantinus’un rakibi Maxentius’un nasıl yenildiğini ve öldüğünü anlatır. Ancak Konstantinus’un hayatı ve özellikle de Hıristiyanlığa geçişiyle ilgili daha ayrıntılı bilgi, daha sonra hikayeyi “imparatorun kendi ağzından duyduğunu” söyleyen Kisarya piskoposu Eusebius’un yazdığı “Konstantinus’un Hayatı” eserinde nakledilmektedir. Yapılan çalışmalar, bu eserdeki birçok bölümün daha sonraki bir döneme ait olduğunu, metnin yazarının da Eusebius gibi Konstantinus’u şahsen tanımış bir kimse değil, bir 4. ya da 5. yy ihtilalcisinin olabileceğini düşündürmektedir.
“Öğle güneşi zamanı, tam gün dönmek üzereyken, kendi gözleriyle gökyüzünde, güneşin üstünde, ışıktan oluşan haç şeklinde bir zafer işareti ve ‘Bununla kazanacaksın’ yazılı bir metin gördüğünü söyledi. Bu mucize, hem Konstantinus’u hem de o sırada yanında bulunan ve bu inanılmaz olaya tanıklık eden askerlerini hayrete düşürmüştü.”
Eusebius, olayı bu kadar ayrıntılı anlatmasına rağmen mucizenin gerçekleştiği yer ve zamanla ilgili kesin bir bilgi sunmaz ama Konstantinus’un Maxentius’a karşı savaş hazırlıkları yaptığı bir dönemden söz edildiği anlaşıldığı için, bu olayın Milvian Köprüsü Savaşı olduğu düşünülür. Eusebius, tıpkı Lactantius gibi, Konstantinus’un rüyasında İsa’yı gördüğünü anlatır, ama Lactantius gibi olayı geçiştirmek yerine, bunun ilahi, göksel bir mucize olduğunu vurgular. Eusebius’un anlatımındaki bu farklılığın, pagan kaynaklarda söz edilen benzer bir olaydan ilham aldığı düşünülmektedir: Tanrı Apollon, 310 yılında, Galya’da, bir vizyonda görülmüş; Eusebius da bu pagan hikayeyi Hıristiyanlığa uyarlamıştır.
Olayın aslı şudur: İsa’nın gökyüzünden Konstantinus’a görünüp zafer vaat etmesinden, iki yıl önce, 310 yılında[1], Trier’de, Konstantinus, gökyüzünde Apollon’u yanında Zafer’le ve elinde defne dalından bir çelenkle görmüştür ve bu vizyonu da uzun bir saltanat vaadi olarak yorumlamıştır. Yani Konstantinus’a 310 yılında pagan tanrı Apollon, 312 yılında da Hıristiyanlığın tanrısı İsa göklerde belirerek zafer vaat etmiştir. Ayrıca Eusebius’un kitabında yer alan İsa’nın görünmesi hikayesi, Konstantinus’un dönemine tarihlenen başka hiçbir metinde yoktur, hiçbir kilise babası tarafından da sözü edilmemiştir.[2]
Gelelim Helena’ya… Helena’nın Kutsal Ruh’un etkisiyle ve oğlu Konstantinus’un Hıristiyan olmasının verdiği coşkuyla, kimi tarihçilere göre de kutsal emanet bulup Konstantinus’un iktidarını güçlendirmek amacı güden bir “derin devlet operasyonu”yla, kutsal haçı bulmak için Kudüs’e gitmesi, bilinen bir hikayedir. Kudüs’te Yahudi cemaatle görüşen Helena, bir sır sakladığı belli olan ve bu sırrını Helena’ya asla ifşa etmeyeceğini söyleyen Yahuda isminde bir Yahudi’yle karşılaşır[3]. Yahuda’nın büyük büyükbabası İsa’nın çarmıha gerildiğine ve Aziz İstefanos’un taşlanarak şehit edilmesine tanık olmuştur, Yahuda da bir hafta hapis yattıktan sonra kutsal haçın gömülü olduğu yeri göstermeye razı olur. Gösterdiği yerde üç haç görülür, birinin üzerinde “Nasıralı İsa, Yahudilerin Kralı” ibaresi vardır. Haç, bir ölünün dirilmesini sağlar. Haçı bulduktan sonra, Helena çarmıhta kullanılan çivileri aramaya koyulur. Konstantinus, annesinin bulduğu bu çivileri, daha sonra, atının yularına süs olarak takacaktır.
[1] Paul Lemerle, Bizans Tarihi, sf 20
[2] Paul Lemerle, Bizans Tarihi, sf 20
[3] Mark Edwards, Constantine and Christendom, sf xxxiv
Helena’nın inançlı bir Hıristiyan olması nedeniyle Konstantinus’un çocukluğundan itibaren Hıristiyanlık hakkında bilgi sahibi olduğu söylenebilir; ama görünen o ki Konstantinus, kendini tek bir tanrıyla sınırlamıyordu.[1] Hıristiyanlık dışında Herakles, savaş tanrısı Ares, Sol Invictus ve Apollon’a da özel bir ilgi duyduğu anlaşılıyor. Her ne kadar Hıristiyanlığa yakın dursa da ve Hıristiyanların Tanrı anlayışını yüceltse de, aslında Konstantinus’un kullandığı dilin paganizme çok da ters düşmez ve pagan bakış açısıyla da değerlendirilebilir.
[1] Michael Sommer, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, sf 159
Genel görüş, Konstantinus’un Hıristiyanlığı ön plana çıkarmasına, Hıristiyanlara ayrıcalık tanımasına, kilise içi anlaşmazlıklarda taraf olmasına rağmen Hıristiyanların üzerinde bir türlü anlaşamadığı, öğretiyle alakalı konularda derin bir bilgiye sahip olmadığı yönündedir. Konstantinus’un sadece bir asker olduğu ve yalnızca çok eğitimli ilahiyatçıların bilebileceği öğretilere vakıf olmadığı da söylenir; babası imparator olduğu için iyi bir eğitim görmüş olması gerektiği; yendiği rakipleri ve tahtta kaldığı süre göz önünde bulundurulduğunda Konstantinus’un bilgi düzeyinin göz ardı edilmemesi gerektiğini söyleyenler de vardır.[1]
Konstantinus’tan önceki dönemde, özellikle 3 ve 4.yy’larda Hıristiyanlara yapılan zulüm, paganlarla Hıristiyanlar arasındaki ayrımı uçuruma dönüştürmüş, Hıristiyanların sert muhalefeti paganizmin sistematik bir dine dönüşmesine neden olmuştu.[2] İmparatorluğun zulmü altında ezilmek Hıristiyanları organize bir topluluk haline getirmiş, din şehitleri gizli gizli Hıristiyanlığı seçenlerin önünde bir rol modeli haline gelmişti. Bütün bunlar olurken kilise hiyerarşisi ortaya çıkmış ve güçlenmişti.
Konstantinus, 306 yılında başa geçtiğinde, tahminlere göre, Hıristiyanlar küçük bir azınlık olarak varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Sayıca az olsalar da organize bir topluluk olarak kayda değer bir güce sahiptiler.[3] 311 yılında imparatorluğun tetrarkh’ları yani dört yöneticisi bir araya gelip Hıristiyanlara yapılan zulmü sona erdirme ve Hıristiyanlığı “imparatorluğun tanıdığı dinlerden biri olarak görme” kararı almıştı.[4] Bu kararda, o sırada mide kanserinden ölmek üzere olduğu düşünülen Galerius’un, Hıristiyan Tanrısı da dahil olmak üzere, tanrıları kızdırdığına ve bu yüzden büyük acılar çektiğine inanması etkili olmuştur.[5]
312’deki Milvian Köprüsü Savaşı’nda Maxentius’a karşı kazandığı zaferin ardından, imparatorluğun batısını kontrol altında tutan Konstantinus ve doğusuna hakim olan Licinius, dini konulardaki sorunlara da çözüm aramaktaydılar. Her ne kadar ferman şeklinde olmasa ve Milano’da duyurulmasa da Milano Fermanı adını taşıyan belgeyle Hıristiyanlık 313 yılında Roma İmparatorluğu’nda resmen tanınan dinlerden biri olmuş; Hıristiyanlara özgürlük tanınmış, imparator Diocletianus döneminde el konulan kilise mallarının iade edilmesi kararı alınmıştı. Artık imparatorluk sınırları içindeki herkes, Hıristiyanlar ve diğerleri, istedikleri dini seçmekte özgürdü.
[1] Mark Edwards, Constantine and Christendom, sf xiii
[2] Michael Sommer, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, sf 161
[3] Mark Edwards, Constantine and Christendom, sf xxxiv
[4] Michael Sommer, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, sf 159
[5] Joseph H. Lynch, Early Christianity, Oxford University Press, 2010 New York, sf 126
Metni kaleme alırken Konstantinus ve Licinius son derece dikkatli davranmış, belli bir dinin tanrısından bahsetmek yerine, genel bir ilah kavramına yer vermişlerdi, amaç “göklerdeki ilah her kimse onu tatmin etmekti”.[1] Milano Fermanı’yla artık Hıristiyan Tanrı’sının da saygı görmesi, garanti altına alınmıştı. Bir başka deyişle, bu dünyada başarılı olmak ve imparatorluğun huzur ve refah içinde devam etmesini sağlamak için, her kimin tanrısı olursa olsun, ilahi gücün desteği şarttı.
[1] A.g.e, sf 122
Milano Fermanı’nın ilanından sonra iki augustus’un arası yavaş yavaş bozulmaya başladı. Licinius paganizme daha yakın dururken Konstantinus Hıristiyanlığı seçmişti.[1] Licinius, Milano Fermanı’na imza atmış olsa da, Eusebius’tan öğrendiğimiz kadarıyla, bazı piskoposların işine son vermiş, bazı kiliseleri kapattırmış, Hıristiyanların işini zorlaştırmaya başlamıştı.[2] Sonuç olarak iki augustus arasındaki mücadele, Konstantinus ve onunla birlikte Hıristiyanlığın zaferiyle sona erdi.
Tahta geçtiği andan itibaren Konstantinus, daha önce Diocletianus yönetiminde büyük acılar çekmiş Hıristiyan topluluklarına anlayışla yaklaştı. O zamana kadar imparatorluğu kendilerine düşman olarak gören Hıristiyanlar için bu çok önemli bir adımdı, düşmanları bir anda dosta dönüşmüştü.[3] Hıristiyanların elinden alınan cemaat taşınmazları, Konstantinus döneminde tekrar cemaate iade edildi. Daha önce gizli gizli ibadet etmek zorunda kalan Hıristiyanlar, Konstantinus’un onlara tanıdığı haklar sayesinde artık kendi kiliselerini inşa etme, açık bir şekilde ibadet etme özgürlüğüne kavuşmuştu. Hıristiyan kilisesine geniş özgürlük tanıyan Konstantinus, ruhban sınıfı kamu görevlerinden muaf tutmuş, Hıristiyan ibadetlerinin imparatorluk genelinde yaygınlaşmasına ön ayak olmuş, sözgelimi Pazar günü çalışılmasını yasaklamıştı.[4]
EBRU GÖKTEKE
Kaynakça
DRAKE, H. A., The Impact of Constantine on Christianity, The Cambridge Companion to the Age of Constantine, Cambridge University Press, 2006, ABD
BROWN, David, Through the Eyes of the Saints, Continuum Books, 2005, Londra
CORRIGAN John, DENNY M. Frederick, EIRE M.N. Carlos, JAFFEE Martin S, Jews, Christians, Muslims, Prentice Hall, 1998, New Jersey
EDWARDS, Mark, Constantine and Christendom, Liverpool University Press, 2003, Liverpool
LEMERLE, Paul, Bizans Tarihi, İletişim Yayınları, 1994
LOVERANCE, Rowena, Byzantium, The Trustees of the British Museum, 2004, Londra
LYNCH, JOSEPH H, Early Christianity, Oxford University Press, 2010 New York
SOMMER, Michael, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, Thames & Hudson, 2010, Londra
[1] Michael Sommer, The Complete Roman Emperor Imperial Life at Court and on Campaign, sf 159
[2] H. A. Drake, The Impact of Constantine on Christianity, The Cambridge Companion to the Age of Constantine, sf 111
[3] Rowena Loverance, Byzantium, sf 12
[4] John Corrigan, Frederick Denny, Carlos Eire, Martin Jaffee, Jews, Christians, Muslims, sf 443
Yorumlar