+90 212 272 77 72

operation@tittravel.com

Blog Image

09

Aug

İSTANBUL'DA BİR İNGİLİZ BAHÇIVAN-I

Yalnız bir hafta sonu…

Önümde yalnız geçirmem gereken bir hafta sonu varsa, ve hava da her zamanki gibi insanın içini karartan puslu bir Londra havasıysa, hafta içindeki tempolu ve stresli hayatımdan sıyrılıp, zamanın çok daha yavaş aktığı, eski karakterini kaybetmemiş sokaklarda, etrafı inceleyerek tembel tembel yürümeyi ve hala ayakta kalmış bir kitapçıya rastlarsam mutlaka içeri girip kitaplara göz atmayı çok severdim.

İngiltere’de her yıl milyon kişi başına 3 bin civarı kitap basılıyor (ABD 959, Almanya 1160, Fransa 1010, Türkiye 570, Çin 325)[1]. Londra’da her 100 bin kişiye 4 kitapçı düşerken İstanbul’da bu sayı sadece 1. [2] [3] Özetle, İngiltere ve özellikle de Londra bir kitap kurdu için tam bir cennettir.

Kitapçılardaki “en çok satanlar” bölümü Londra’da ortalama bir okurun ne tür kitaplara ilgi duyduğunun da ipucunu verir aslında. Bütün yıl çok satanlar listesinde kalmayı başaran kitapların her zaman popüler kitaplar olmayıp da örneğin Neandertal’lerden bahsediyor olması ya da Genlerin tarihini 500 sayfada özetliyor olması veya Pakistanlı bir kızın okula gitmeye kalkınca başına gelenleri anlatıyor olması aslında bana Londra’daki ortalama okur hakkında çok şey anlatır.

Kitapçıları dolaştıkça, Londra’da taksiye bindiğimde nereli olduğumu soran bir şoförün Türk olduğumu öğrendiğinde Arsenal’in Galatasaray önündeki tarihi bozgunundan konuşmak dururken Türkiye’nin Güneydoğu meselesini sorma nedeninin kupa kaybetmenin getirdiği kıskançlık yüzünden ya da bizim iç meselelerimize karışmak için olmadığını, tam aksine, şoförün genel kültürünün sonucu olduğunu daha iyi anlayabiliyor insan.

Puslu bir havada, yalnız bir hafta sonu, Marylebone’da dolaşırken, işte o kitapçılardan birine, Daunt Kitabevi’ne girdim. Daunt’un o şubesini çok severim. Giriş katı hemen her kitabevindeki gibi en çok satanlar ve yeni çıkan kitaplara ayrılmıştır. Aynı katta salonun en sonunda bulunan çocuk kitapları bölümü de ayrıca güzeldir, tavsiye ederim. Ama benim en sevdiğim bölüm aşağıda. Burada kitaplar ülkelerin baş harflerine göre dizilmiş. Örneğin Türkiye bölümüne gidince, Türk yazarların İngilizce basılmış kitapları, Türkiye ile ilgili turistik kitaplar, tarih kitapları ya da ana konusu başka da olsa içinde Türkiye geçen bütün kitaplar vardır. Böylece kitabevini roman, tarih, dedektif kitapları gibi konularına göre gezmek yerine, tek bir yerde o ülkeyle ilgili bütün kitapları bulabilirsiniz[4].

O gün de kitapçıyı gezip, Türkiye bölümünde yeni bir şey var mi diye son bir göz attıktan sonra, aldığım kitapları ödemeye kasaya gitmiştim. O sırada kasiyerin okumakta olduğu, daha önce hiç rastlamadığım, ya da bakıp da görmediğim bir kitap ilişti gözüme: “Three Camels to Smyrna”.[5] Kasiyer elindeki kitaba baktığımı görünce “1900’ler, İstanbul’da başlayan bir hikaye, İngiliz-Türk ortaklığı bir şirket, dünya savaşları, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı, Kurtuluş Savaşı, Türk halıları vs. vs. İlgini çeker mi” diye sordu. Onu da ekleyelim dedim, kitapçıda kalan tek kopyasının o sırada kasiyer tarafından okunuyor olduğunu bilmeden. Türk olduğumu söyleyince, kasiyer kitabin sonunu okuyamadan bana elindekini vermeye razı oldu. Ve ben de kitapçının yakınında The Gunmakers Pub’da bir pint London Pride alıp hemen kitabı okumaya başladım.

İstanbul’da yalnız bir İngiliz bahçıvan…

Her şey 1847’de George Baker’in İngiliz konsolosluk bahçesini düzenlemek için İstanbul’a gelmesiyle başlamış. Baker babasından öğrendikleriyle o kadar iyi iş çıkarıyor ki devrin sultanı II. Abdülhamid ona Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinin sorumluluğunu veriyor. Her İngiliz gibi Baker da asıl paranın ticarette olduğunun farkında. Bahçelerde yetiştirdiklerini bir şekilde dışarı çıkarıp satmaya başlıyor. Kazandığı parayla bayan konfeksiyon isine giriyor. İngiltere’den kardeşinin gönderdiği kıyafetleri konsolosluk çalışanlarına pazarlıyor.

Baker boş zamanlarında benim gibi kitapçıları dolaşmak yerine, Türkiye turizminin (ve henüz doğmamış binlerce Türk gencinin) kaderini değiştireceğinden bihaber, her fırsatta Kapalı Çarşı’da vakit geçiriyor. Türk halılarıyla ilk defa orada tanışıyor. Her boyutta ve her şekilde satılan halıları görünce Türklerin elde dokuma halıları oturdukları yerde, duvarda, perde olarak, çantalarında, dua ederlerken ve hatta yollarda bile kullandıklarını fark ediyor.

O sıralarda İngiltere’de halı pek bilinmiyor. Deneme amaçlı, birkaç halı alıp Londra’ya yolluyor. Halıları Londra sokaklarında satmaya çalışıyorlar. Bir rivayete göre Kraliçe Victoria’nın Harrods’tan çıkışta gözü halılardan birine takılıyor, durup inceliyor. Bunu gören halk halıları hemen kapışıyor ve böylece Baker’ın ve de gelecekteki Türk turizminin önü açılmış oluyor.

Uçan halı…

1862’de Baker bahçıvanlığı bırakıp İstanbul’da bir dış ticaret şirketi açıyor ve iki oğlunu da, G. Percival ve James, Londra’da şirketin ilk şubesinin başına geçiriyor. Oğlanlar iyi iş çıkarıyorlar, halıya talep artıyor, kısa zaman içinde Londra üzerinden Amerika kıtasına da halı pazarlamaya başlıyorlar.

Hem oğlanlar halıları Avrupa ve Amerika’da pazarlamaya çalışırken hem de baba Baker Türkiye’de daha fazla halı bulmaya uğraşırken bu işte yalnız olmadıklarının farkına varıyorlar. Baker halıların Kapalı Çarşı’ya nereden geldiğini araştırıyor ve Uşak’a gitmeye karar veriyor ve böylece belki de tarihteki ilk Uşak halı piyasası raporu Baker Ltd. tarafından yayınlanıyor:

“… Uşak, çoğu Müslüman ve Yunanlı[6], 5-6 bin civarı nüfusuyla Türkiye halı üretiminin kalbi sayılabilir. Uşak’a ulaşmak kolay değil. İlk önce 100 millik bir tren yolculuğu yapılıyor. Daha sonra eşkıyalara karşı ordudan kiralanan askerlerin korumasında geceleri ateş yakarak ve açık alanda geceleyerek 2-3 günlük at üstünde yolculuk yapmak gerekiyor. Uşak’taki kervansarayın odalarında hicbirsey yok, sadece yemek yapmak için bir mangal veriyorlar. Yolcular yanlarında getirdikleri denklerin üzerinde yatıyor.

Uşak halısı için yün Anadolu’da yetişen uzun kalın yünleri olan koyunlardan elde ediliyor. Bu yünler halıya keçeleşme etkisi veriyor; halı kullanıldıkça daha sertleşiyor ve böylece tozların halı içine girmesi zorlaşıyor. Yünler kesildikten sonra boraklı ya da sabunlu taşla yıkanıyor ve kadınlara teslim ediliyor. Daha sonra boyamaya geçiliyor. Uşak’ta boyama tek bir elden yapılırken, hemen yakınındaki Kula’da her kadının evinin önünde bir boyama teknesi var. Yüne her türlü renk tonunu ve gölgelemeyi vermekte Türklerin üstüne yok. Yalnızca Kula’da mavi rengi tek bir adam boyuyor. Bu adam başka bir renk boyamıyor. Sadece mavi. Büyük büyük babasından beri gizli bir formülle bitkilerden elde ettiği mavi renk sadece Kula’da mevcut…..

…. Dokuma isi tamamen kadınlara ait. Genelde kış aylarında yapılıyor. Çoğu halı kadınlar tarafından bir örneğe bakılmadan akıldan yapılıyor. Kız çocukları 5-6 yaşlarında dokuma işini öğrenmeye başlıyorlar. Erkeklerin halı dokumasında hemen hemen hiç emeği olmadığı halde fiyat pazarlığını onlar yapıyor.

Uşak’ta 5 bin, Kula’da 2 bin ve Gördes’te 900 dokuma tezgâhı var. Genelde İzmir’deki tüccarlar tarafından tutulan aracılara halının dokumacılardan alındığı fiyatın %300’ü kadar bir para ödeniyor. Dokumacılara para peşin veriliyor. Aracılar mal teslim edilince parasını alıyor. Her tezgah senede 6-7 halı dokuyabiliyor ve yörede senelik halı üretimi 50 binin üzerinde.

Bölgeden Avrupa’ya İzmir kanalıyla 15. Yüzyıldan beri halı ihraç ediliyor. Piyasadaki en büyük yabancı şirket (Uşak’ta 80 dokuma tezgâhı bulunan) Avusturyalı Keun & Co., senede 12 bin metre kare halı dokutuyor. İzmir üzerinden toplam halı ihracatı 7,5 milyon Frank tahmin ediliyor[7]…

Baker’lar hemen işe koyulup İngiltere, Fransa ve ABD’deki büyük mağazalarla ve Türkiye’deki aracılarla anlaşma yapıyor.[8] İzmir’deki Levantenlerle kıyasıya rekabete giriyorlar.

Türkiye’de dokuttukları halıları İstanbul’da kurulan şirket aracılığıyla ve Londra üzerinden dünyaya pazarlıyorlar. Uşak bölgesi bir anda İngiltere için çok önemli hale geliyor. Hatta öyle ki, 1884’te Uşak’ta çıkan bir yangın şehrin büyük bölümünü etkileyince (dünyada hali fiyatları 4 katına çıkıyor), bütün şehrin yeniden inşası Londra’dan finanse ediliyor.[9]

Zaman içinde Levantenlerle rekabet iki tarafı da zor duruma düşürünce, Baker’lar ile Levanten aileleri (Aliotti, De Andria, La Fontaine, Giraud, Polako, Spartali) güçlerini birleştirmeye karar veriyorlar. Böylece 1908 yılında, Oriental Carpet Manufacturers Ltd. (OCM), Türkçe adıyla “Şark Halı Kumpanyası” şirketini kuruyorlar. Şirket merkezi İzmir oluyor. İlk şubeler Londra, İstanbul (Gulbenkyan Han), Kahire, İskenderiye ve New-York’ta açılıyor. Bunları daha sonra sırasıyla Buones Aires, Toronto, Sidney, Barselona, Milan, Viyana, Amristar ve Kabul’deki ofisler takip ediyor.

OCM’in performansı kısa sürede uçarcasına yükseliyor. Halı ihracatının %90’ını eline geçiriyor ve 1910 yılında dünyada açmış olduğu kendi şubelerine toplam 18,5 milyon Frank değerinde halı ihraç ediyor. 1911’de şirket raporlarına göre OCM Türkiye’nin 27 ayrı yerinde 20 bin halı tezgâhına sahip oluyor ve direk/dolaylı olarak 100 bin kişiye istihdam sağlayıp 40,300 metre kare halı dokutturuyor. 1912’ye gelindiğinde OCM, Osmanlı Demir Yolları şirketinden sonra ülkenin en büyük ikinci şirketi haline geliyor…..

Cihat Tokgöz

[1] https://jakubmarian.com/number-of-books-published-per-year-per-capita-by-country-in-europe/

[2] http://qz.com/741099/the-worlds-cities-with-the-most-bookstores-and-libraries-per-capita/

[3] Türkiye’de Cuma namazına 19 milyon kişi giderken İngiltere’de Pazar ayinine katılan kişi sayısı 2016’da ilk defa bir milyonun altına geriledi.

[4] Link’ten kitapçı gezilebilir https://www.dauntbooks.co.uk/marylebone/

[5] https://www.amazon.com/Three-Camels-Smyrna-Afghanistan-Manufacturers/dp/189811367X

[6] Baker raporunda Yunanlıları şöyle tanımlıyor: “… Yunanlılar kendilerine Rum diyorlar. Yunanca konuşmuyorlar, kiliselerinde ibadet Türkçe yapılıyor. Rumlar aslında Turko-Tataric orijinli ve Hazar Denizi taraflarından Anadolu’ya göç etmiş kişilere deniyor”

[7] Baker daha sonra o zamanki Osmanlı sınırlarında halı üretilen her yere, doğuda Ermenistan’a güneyde Musul’a kadar adamlarını gönderip araştırma yaptırıyor. Çocukları İran’a, Afganistan, Hindistan ve hatta Tibet’e kadar gidip piyasa araştırması yapıyorlar.

[8] The Army & Navy Stores, Bon Marche of Paris, Crosslands, Debenham, Hampton’s, Harvey Nichols, Liberty’s, Printemps, Marshall, Welch Margetson…

[9] Gönderilen mimarlar Uşak’ı Paris’in küçük bir kopyası olarak yeniden inşa edilmesini öneriyorlar ancak bu kabul olmuyor, eski haliyle tekrar inşa etmek zorunda kalınıyor.

Paylaş

Yorumlar

E-bülten

Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz