İrfan Baştuğ caddesi no 5/A
Emekli Subaylar Sitesi 34/2 Esentepe
E-bülten
Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz
VE SAVAŞ…
ABD’deki bankacılık krizi, Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, İtalyanlarla savaş, Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, Bosna Hersek’in Avusturya tarafından ilhakı ve Balkan savaşlarına rağmen OCM satışlarını ve üretimini arttırmayı başarıyor. Bu arada dünyadaki satış ofislerini arttırıyor. Bir ara Tokyo’da bile ofis açmayı deniyor ama araştırma sonucu Japonlardan “halı bize göre değil; biz zeminde oturmayı severiz, halı yerle aramıza giremez” cevabını alınca vaz geçiyor. İran’da kurduğu şirketle üretimini Osmanlı toprakları dışına da çıkarıyor (daha sonraları Yunanistan, Hindistan, Afganistan ve Fas’ta da üretim tesisleri kuruyor). Ancak kapitülasyonların kaldırılması, I. Dünya Savaşı, 1915 Ermeni olayları, Yunanistan’ın İzmir’i işgali ve arkasından gelen Kurtuluş Savaşı OCM için çok stresli geçiyor.
Kapitülasyonların Osmanlı devleti tarafından tek taraflı olarak kaldırılması OCM’in vergi avantajlarını ortadan kaldırıyor. Diğer taraftan da Türk ordusunun savaşa hazırlık ve daha sonra savaş boyunca orduya kıyafet için artan yün ihtiyacı OCM’in halı için hammadde bulmasını zorlaştırıyor. 1915 olayları sırasında halı dokuyan eğitimli büyük miktarda Ermeni kadın işgücünü kaybediyor.[1] Daha sonra mübadele ile Rum halı dokumacıları da ülkeden ayrılacak ve üretim tekrar darbe alacak.
Savaş yıllarında hammadde sıkıntısı yüzünden halı üretimi durma noktasına geliyor. OCM’in imdadına, ortaklardan biri olan Giraud ailesinin dostu, zamanın İzmir Valisi Rahmi Bey (resimdeki) koşuyor. Ortakları arasında İngiliz vatandaşı olan Baker’lar bulunmasına ve teknik olarak yarı İngiliz ortaklığı olmasına rağmen, OCM, İngilizlerle savaşan Türk ordusuna üniforma üretmeye başlıyor. Rahmi Bey’in araya girmesiyle ordudan alacaklarında sorun yaşamadığı gibi OCM çalışanları da savaştan muaf tutularak askere de alınmıyor ve şirket büyümesine devam ediyor. Zaman içinde OCM, Rahmi Bey’e bu hizmetlerinin karşılığını başka bir şekilde ödüyor. Çerkez Ethem, Rahmi Bey’in oğlu Alpaslan’ı kaçırıp fidye talep edince, araya bu sefer de OCM ortaklarından Harold Giraud giriyor ve iki teneke altın karşılığı oğlanın serbest bırakılmasını sağlıyor.
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali ve Kurtuluş savaşından da çok fazla etkilenmeyen OCM, İzmir’in kurtuluşu sırasında çıkan yangından büyük yara alıyor. Şehirdeki kargaşa sırasında limanda bulunan şirket merkezi ve ana deposu yağmalanıyor ve arkasından çıkan yangında bütün halı stoku yanıyor. Osmanlı ve yabancı sigorta şirketleri yangının kaza sebebiyle değil de savaş yüzünden çıktığını ve buna karşı sigorta yapılmamış olduğunu öne sürerek ödeme yapmıyorlar. Yangın OCM’e 118 bin Sterlin değerinde halı stokuna ve merkez binasının kaybına mal oluyor.
Savaşlar, kıtlık ve iş gücü kaybı OCM’in bilançosuna göreceli olarak çok az etki etse de Türkiye’de halıcılık sektörü için büyük darbe oluyor. OCM’in Hindistan, Yunanistan, İran, Fas, Afganistan gibi ülkelerdeki tezgâhlarında dokuttuğu halılar, dünyada Türk halılarının yerini almaya başlıyor. Yeni Cumhuriyet’in millileştirme politikaları ve artan vergiler sonucu OCM merkezini İstanbul ve İzmir’den, vergi avantajı sunan Londra’ya taşıyor. Böylece bir zamanlar dünya halı ticaretinin lideri olan Türkiye, bu liderliğini İngiltere’ye bırakıyor. Cumhuriyet’in kurulması ile Türkiye’deki yabancı şirketlere Türk şirketi olma zorunluluğu getiriliyor. OCM de kendini ticaret siciline Şark Hali T.A.Ş. olarak kaydettiriyor.
OCM’in hikayesi dünyada daha uzun sure devam ediyor. OCM zaman içinde Türkiye operasyonunu Giraud ailesine devrediyor. Ancak Londra merkezli bir şirket olarak dünyanın birçok ülkesine elde dokuma halıları pazarlamaya devam ediyorlar. 1929 bunalımı, II. Dünya savaşı, Iran’in Rusya ve İngiltere tarafından işgali, Hindistan’ın ayrılması, Çin’in Tibet’i işgali, Rusya’nın Afganistan’ı işgali, İran’da İslam Cumhuriyeti, İran-Irak savaşı vs vs gibi olaylar sırasında tarihe tanıklık ederken üretime ara vermeden devam ediyor. Bir süre sonra büyük sermaye gruplarının dikkatini çekiyor ve 1970’lerde iki kez ve en son 1986’da yatırım şirketleri tarafından saatin alınıyor. OCM’in son sahibi Scotish Heritable Trust’ın 1999’da iflası üzerine tarihten siliniyor.
Halının vatan mı olan, yoksa pazarlayanı mı…
OCM Türkiye’de edindikleri tecrübeyle, daha sonra gittikleri her ülkede halı üretimini duzenli hale getirmek ve üreticileri eğitmek için inanılmaz çaba sarf etmiş. James Baker’in ilk defa Osmanlı İstanbul’unda, Kapalıçarşı’yı gezerken gördüğü ve hayran kaldığı satıcıların pazarlama ve pazarlık tekniklerini geliştirmiş. Şirket içinde 2-3 sene süren uygulamalı eğitimler vererek, Doğu kültürüyle harmanlanmış, Batı’nın ihtiyaçlarını bilen, iki tarafla da empati yapabilen, halıdan çok iyi anlayan ve birçok dile hakim halı pazarlamacıları yetiştirmişler.
Tarihte ilke defa, 1891’de Viyana’da yapılan Orient Halı sergisinin kataloğundaki (Wienna Book) desenlerini kopyalayarak başladıkları desen koleksiyonlarını geliştirmişler. Anadolu’da (ve daha sonra dünyada) buldukları her halının kağıda kopyasını çıkararak desen stoku yaratıp, bu arşivi en değerli varlıkları olarak herkesten gizli tutmuşlar.
İstanbul ve İzmir’deki desen bölümlerinde, yetenekli halı desinatörleri istihdam ederek yeni desenler yaratmışlar. Henüz Türkiye’de halılar hala deve sırtında yolu olmayan köylerden şehirlere taşınıyorken, 1890’larda Baker’lar, Londra-Paris-New York gibi şehirlerdeki iç mimarlarla görüşüp gelecek senelerin hakim renklerini tespit edip, bu renkleri Türkiye’deki desen bölümlerine göndermiş ve üreticilere yön verilmesini talep etmişler.[2]
OCM daha sonra Türkiye’de geliştirdiği bu üretim tekniklerini diğer ülkelerde de uygulamış ve desen stokunu sürekli büyütmüş. Bu arşiv günümüzde Nourison Co. of New York adlı bir şirkete ait.
OCM’in İstanbul’dan başlayıp dünyaya yayılan hikayesini çok çeşitli şekilde okumak mümkün. Bana bugünlerde enteresan gelen tarafları (o gün okurken altını çizdiklerimden çok farklı): İstanbul’un bundan bir yüzyıl önce bile bugüne göre dünyaya çok daha yakın olduğu, birkaç girişimcinin İstanbul’da kurduğu bir şirketi Türkiye’nin ikinci büyük şirketi haline getirirken devletten hiçbir teşvik almadıkları ama devlet tarafından önlerinin de kesilmediği, Türkiye’de yatırım olanaklarının zamanında global bir şirket olmaya elverişli olması, İngilizlerle savaşırken bile ortakları İngiliz olan bir şirketin Türkiye’de faaliyet göstermesine izin verilmesi (İngiltere’nin de daha sonra bu şirketi Londra’ya taşımasında hiçbir sakınca görmemesi), millileştirme ya da bugünkü gibi yabancılara kuşkuyla bakışın başlaması ile sermayenin ülke dışına kaçması ve dünya lideri olacakken aksine bugün geldiğimiz noktada halı dokumacılığının neredeyse yok olması, kültürel mirasımız sadığımız Türk halılarının desen tarihinin bugün duvar halisi satan bir Amerikan şirketinin elinde olması vs. vs. vs..
Ama bütün bunların yanında, hep merak ettiğim başka bir soruya da kendime göre bir cevap buldum: Acaba bir turist için Türk halısı ne anlam ifade eder?
İstanbul kısa surede gezilebilecek bir şehir değil. Sultanahmet, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Kapalı Çarşı vs. vs. vs.. Hepsine zaman ayırmak lazım. Turistin zamanı kısıtlı. Ancak paket tur alıp İstanbul’a gelen bir turist, en çok zamanını halıcıda geçiriyor. Turistler halı dükkanlarında ortalama 2 saat kalıyorlar. Türk halısı nasıl dokunur, bölgelerin özellikleri, dünya halıları arasındaki yeri, farkları vs. vs. vs.. Topkapı Sarayı’nı bile gezmek (Harem hariç) daha kısa sürüyor, 1 saat 45 dakika. Ayasofya’yı 1 saatte geziyorlar.
Evet halı satışından elde edilen komisyonların yüksek olduğunun, bunun herkes tarafından paylaşıldığının, turiste paket fiyat verilirken buradan gelecek tahmini gelirin paket fiyatına yansıtıldığını biliyorum. Ama taksilerin ortalama tarifelerini bile gelmeden öğrenen yabancılar bunların farkında değil mi? Açıklaması sadece komisyon mantığıyla olamaz. Bu komisyonlar daha birçok malda daha var. Ayni mantıktan, örneğin neden Türk sanatçılarının tablolarıyla bir galeride 2 saat geçirmiyorlar. Neden bir turist, İstanbul’da daha görülecek o kadar çok şey varken halıcıda vakit geçirmeye razı, ve hatta neden istiyor diye hep düşünürdüm.
Tek bir cevabı yoktur eminim. Ama OCM’in hikayesini okuyunca şunu sordum kendime. Acaba bunun nedeni yıllar boyunca, OCM ve benzeri yabancı şirketlerin dünyanın neredeyse her tarafında kurmuş olduğu global pazarlama ağı ve Türk halıları için yaptığı reklamlar, bastırdıkları broşürler ve tanıtımlar sonucu yabancılarda Türkiye dendiğinde ilk aklına gelen şeylerden biri olarak halıyı yerleştirmesi yüzünden olamaz mı? Türkiye’ye gelen bir yabancı için halının tarihi Türkiye’nin tarihi demek, köylerdeki şartlar demek, gelenekler demek ve daha birçok şey demek..
Türkiye’yi, motiflerini, bölgesel farkları merak eden bir yabancı, halıyı anlarken ülkeyi de sosyolojisini de tarihini de anlıyor. Uzak doğuda bir batik dükkanını gezer gibi gezmiyor halı dükkanını. Türkiye’yi gezer gibi geziyor. Beğenirse de alıyor. Aldıkları zaman da Türklerle tanışıyorlar bir anlamda. Aldıkları şeyin bugün ne kadar Türk olduğu, bizim ne kadar tarihimizi bildiğimiz ve dürüst olarak anlattığımız ve ödediği bedelin ne kadar adil olduğu ise çok başka bir tartışma konusu…
Cihat Tokgöz
[1] OCM Sivas’taki olaylardan halı dokumacısı Ermenilerin büyük kısmini araya adam sokarak Nevşehir ve Kapadokya’ya sağ sağlım transferini başarıyor ve çalışanlarının bir kısminin hayatını kurtarırken bir yandan da bölgede halı dokumacılığının önünü açmış oluyor.
[2] Stüdyolarında geliştirilen ve Batı’nın hoşuna giden desen ve renklerde halı dokutturma çabaları her ne kadar üretimi arttırsa da, bir yandan yine Londra’da, Türk motifleri ve renkleri kayboluyor diye eleştiri almış.
Yorumlar