+90 212 272 77 72

operation@tittravel.com

Blog Image

09

Aug

İSTANBUL'DA KAMUSAL ALAN HEYKELCİLİĞİ

İstanbul… Kadim şehir… Küçükçekmece Gölü kenarındaki Yarımburgaz mağarasında yapılan kazılarla tarihi üç yüz bin yıl öncesine dayandırılan bir dünya kenti.

Yunanistan’dan gelen Megaralıların bir kolu M.Ö. 680’ lerde Khalkedon’a (Kadıköy) , bir başka kolu da M.Ö. 660’larda Sarayburnu’na yerleşir. Sarayburnu’na yerleşen Megaralıların, komutanları Byzas’tan hareketle Byzantion adını verdikleri şehir devlet giderek gelişecek, ünlenecektir.

Megaralılardan sonra sırasıyla Doğu Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti gibi farklı inanç ve yönetimlere ev sahipliği yapan kentin heykellerle tanışmasının başlangıcı bilinmemekle birlikte, Byzantion’da kamusal alanlara ve tapınaklara pagan inancın kült nesneleri olarak tanrı ve tanrıça heykellerinin yerleştirildiği bilinmektedir..

196 yılında Roma İmparatoru Septimus Severus kenti kuşatarak yerle bir eder, imparatorluğunun sınırları içine katar. Sonradan , yıktığı surları yeniden inşa ettirir, sokakları yeni binalarla donatır, hipodrom inşaatını başlatır. Kent ,Septimus’un imparatorluk gücünü gösterdiği kenttir artık. Ancak kenti kent yapan asıl I. Constantinus’tur (324-337). Nova Roma adını verdiği kenti başkent yapar (330) ve yeni başkente yakışır imar hamlesine girişir. Septimus’un başlattığı Hipodrom inşaatını tamamlar. Uzunluğu 480 metre, genişliği 117 metre olan Hipodrom, 100 bin kişinin sığabileceği devasa bir kamusal alandır. Duvar üstleri, nişler pagan tanrı ve tanrıça heykelleriyle ve mitolojik hikayeleri konu edinen heykellerle süslüdür. Hipodromun ortasındaki spina duvarı üzerinde Dikilitaş, Yılanlı Sütun gibi bugün de kalıntılarını gördüğümüz anıtlar yer almaktadır.Varlığını bildiğimiz kamusal alan heykellerinin en güzel örneklerinden biri de bu Hipodrom’da yer almaktadır.

Quadriga Atları (4’lü at heykeli)

Quadriga denilen dört atın çektiği yarış arabalarından esinle yapılan heykel, imparatorluk locası üzerinde yer alır. 4.yy’da yaşamış Lysippos tarafından yapılmıştır. Her biri bir mermer sütunun üzerinde yükselen bronz atlar güzellikleriyle meydanın muhteşemliğine katkıda bulunurlar. Heykel, 1204 Nisanındaki 4. Haçlı Seferleri sırasında Venedik’e kaçırılır. Önce bir depo önüne, daha sonra San Marco Kilisesinin girişi üzerindeki terasa konur. Napolyon Savaşları sırasında 1797 yılında Napolyon Bonaparte tarafından Paris’e götürülen heykel 1815’te Venedik’e iade edilir ve eski yerine yerleştirilir. I.Dünya Savaşı başlayınca güvenlik gerekçeleriyle Roma’ya taşınır, savaş bitiminde tekrar geri getirilir. Atlar II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu kez de Padua’ya götürülür. San Marco Kilisesine ancak 1945’te geri dönebilir. 1990’da çevre kirliliğinden daha fazla etkilenmemesi için tamir edilerek kilise salonlarından birinde teşhire konur. Bugün kilisenin girişi üzerinde yer alan atlar replikalarıdır.

Çeşitli kaynaklardan varlığını bildiğimiz bir başka ünlü heykel Justinian heykelidir. Austaion’da (İmparatorlar Forumu) yer alır.

Justinian Heykeli

Doğu Roma İmparatoru I. Justiniaus’a ait heykel, bugün Ayasofya Meydanı olarak bilinen Austaion’un (İmparatorlar Forumu) batı yakasında yer alır. İmparatorun savaş başarıları onuruna 537’de dikilmiştir. Üzerinde yer aldığı sütun , pirinç levhalarla kaplı olduğundan sabah ışığıyla pırıl pırıl parladığı rivayet edilir. Sütunla birlikte 50 m yüksekliğindedir. At ve atın üzerindeki imparatorun tasviri çok etkileyicidir; at yüreyecekmiş gibi sol ayağını kaldırmış, öbür ayağıyla da adım atmaya hazır durumdadır. İmparator, Achilleus gibi giyinmiş, sol elinde bir küre tutmakta, sağ eliyle de parmakları açık bir şekilde doğuyu işaret etmektedir. Heykel, bazı kaynaklara göre 1490’larda fırtınada devrilmiş, bazı kaynaklara göre ise heykeli imparatorluk.simgesi olarak gören F.Sultan Mehmet tarafından kaldırılmıştır. Akibeti eritilip top yapımında kullanılmak olmuştur.(1)

Sözü edilen heykellere elbette İtalya’ya kaçırılan Barletta Heykeli ve Tetrark Heykelini de eklemek mümkün.

………..

İstanbul’un 1453’te Osmanlı tarafından fethedilmesiyle kent bambaşka bir inanç sistemiyle biçimlendirilmeye başlanır.

Ne yazık ki Osmanlı’da heykel yoktur. İslam toplumlarında figüratif resim ve heykelin olmayışının nedeni, Arapçadaki savarra ve bara‘a sözcüklerinin imledikleridir. “…Kur’an’da biçim verme (savvara) ve yaratma (bara’a) aynı anlama gelir ve Yaradan’a (al-bari), Musavvir (tasvir yapan,ressam) denir. “ (2)

Cahiliye Devri’nde Arap toplulukları biçim verdikleri putlara tapıyorlardı. İslam inancına göre insan kuldur, Allah her yerdedir, her şeyi görür ama insan gözü onu göremez. Manevi varlığı suret alamaz. Suret alan tanrılar düzmece tanrılardır, putlardır ve bunlara tapanları Allah bağışlamaz. En’am Suresi-74, Enbiya Suresi-57, Şuara Suresi-71, Ankebut Suresi-17 gibi sureler Kur’an-ı Kerim’de puta tapınmayı yasaklayan surelerin başlıcalarıdır.

Yine İslam inancına göre, gölgesi olan canlı varlıkların tasvirini yapanlar, biçimlendirenler kötü kişilerdir. Allah ‘a şirk koşanlardır ve bunlar kıyamet günü yaptıkları tasvirlere can vermek zorunda kalacaklar, bunu başaramayacakları için de cehennem azabı çekeceklerdir.

Biçim verme ve yaratma sözcüklerinin o dönemdeki algılanışı nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu İstanbulunda heykele rastlanmaz. Ancak heykelle ilgili bir olay yaşanır.

16.yy da bir devşirme olan Sadrazam İbrahim Paşa, nam-ı diğer Pargalı İbrahim, Macaristan ‘da zaferle sonuçlanan Mohaç Meydan Muharebesinden (1526) dönerken, ganimetleri arasında Budin’den aldığı, Yunan mitolojisinde “Üç Güzeller”(Hera,Athena,Afrodit) olarak bilinen heykeller vardır. Üç Güzeller birer mermer kaide üzerine, şimdiki At Meydanına yerleştirildikten sonra halkın tepkisiyle karşılaşır. Şehirde ilk kez insan suretinde heykel gören halk büyük bir şaşkınlık yaşar. Divan kulisleri hareketlenir. Kanuni durumun farkındadır ancak yaşananları görmezden gelir. Pargalı’ nın rakibi olan Defterdar İskender Çelebi’nin korumasındaki Trabzonlu şair Ramazan Çelebi, mahlas olarak kullandığı Figani ismiyle Pargalı’ya göndermelerde bulunur.

“Dü İbrahim âmed be-dâr-ı cihan

Yeki büt-şiken, yeki-büt nisan

(İki İbrahim geldi bu cihana

Biri put kırdı, diğeri put dikti)

Bu beyitiyle Pargalı’nın öfkesine neden olan Figani, önce kamçılatılır sonra da eşeğe ters bindirilip dolaştırılarak halka gösterilir. Ardından da iskeleye götürülüp asılır.“(3)

Osmanlı dönemine ait bir başka heykel krizi de Sultan Abdülaziz (1830-1876) döneminde çıkar. Sultan, Viyana seyahati sırasında meydanlarda gördüğü önemli kişilere ait heykellerden çok etkilenerek, kendi heykelini yaptırmak ister. “…Bilindiği üzere Osmanlı Devletinde ıslahat ve yenilik hareketleri esas itibariyle saraydan gelmiştir.” (4) Bunun için C.F.Fuller(Alm) isimli heykeltraşı İstanbul’a getirtir ve iki heykel sipariş eder. At üzerindeki heykelini ve büstünü yaptırır. Bu yapılan ilk padişah heykelidir. Atın ölçüleri alınır ve heykeli için padişahtan modellik yapması istenir, ancak padişah rahatsızlık duyduğundan modellik yapmaz. Heykeltraş, hem büstü hem de at üzerinde yer alan heykeli padişahı gördükçe düzeltmeler yaparak tamamlar. Alçıları tamamlanan heykellerin bronz dökümleri Münih’te yapılır. ”…Söylenenlere göre heykel gemiyle getirilir. Ancak heykeli gören Valide (Pertevniyal) Sultan hiç hoşnut kalmaz, denize atılmasını ister. Heykel buna rağmen indirilir ve Beylerbeyi Sarayı‘na konur.” (5) Sırasıyla Topkapı Sarayı, kardeşi Abdülmecid’ in Bağlarbaşı‘ndaki köşkü, tekrar Topkapı Sarayı‘nı dolaştıktan sonra bugünkü ve esas yerine, Beylerbeyi Sarayı’na gelen heykel, Abdülaziz ‘in hayallerine karşın hiç kamusal alana çıkamaz. Büst ise bugün Topkapı Sarayı’ndadır.

Figüratif heykeli padişaha ait olsa bile kamusal alana dikemeyen anlayış non- figüratif iki anıtın alanlara dikilmesini sağlamıştır. İlki, 31 Mart olaylarının bastırılması sırasında şehit olanlar anısına Mimar Muzaffer Bey’in tasarladığı Abide-i Hürriyet Anıtı(1911), bir diğeri ise 1914 ‘te İstanbul-Mısır seferi sırasında düşen uçakta şehit olanlara adanan Mimar Vedat Tek tarafından tasarlanan Teyyare Şehitleri Anıtı (1916)’dır. Figüratif heykel ancak 19. yy’ın sonlarına doğru çoğunlukla gayrimüslimlerin yer aldığı Beyoğlu‘nda mimariye bağlı taş süslemeciliği şeklinde ya da park ve bahçelere konmak üzere yapılmış boğa, geyik, aslan heykelleri olarak kente girer.

………..

Cumhuriyet’in ilanıyla İstanbul bu kez laik bir yönetim şekliyle biçimlendirilir. Osmanlı İmparatorluğu Tanzimatla birlikte yüzünü batıya çevirmiştir ve toplumsal hayatta, eğitimde, kültürel yapıda değişimler görülmektedir. Özellikle İkinci Meşrutiyetle değişim hızlanmış, halka henüz tam yansımamışsa da Fransızca öğrenmek, dans etmek, gezilere katılmak, piyano çalmak, sinema, tiyatro, operaya gitmek gibi alışkanlıklar başlamıştır. Atatürk bu ortamda dünyaya gelmiş ve yetişmiştir. Eşsiz öngörüsüyle, daha Cumhuriyet kurulmadan, 22 Nisan 1923’te Bursa’da Şark Sineması’nda halkla yaptığı konuşmada heykelin önemine değinir.

“… Dünya’da medeni, ileri ve olgun olmak isteyen herhangi bir millet mutlaka heykel yapacak ve heykeltraş yetiştirecektir. Anıtların şuraya, buraya tarih hatıraları olarak dikmenin dine aykırı olduğunu ileri sürenler, şeriat hükümlerini hakkıyla incelememiş ve araştırmamış olanlardır. Cenab-ı Peygamberin İslam dinini kurmasından bu ana kadar 1300 kadar yıl geçmiştir. Hz. Peygamber’in kutsal emirleri bildirmesi sırasında kendilerine seslenilenlerin kalp ve vicdanında putlar vardı. Bu insanları Hak yoluna davet için, öncelikle o taş parçalarını atmak ve bunları ceplerinden ve kalplerinden çıkarmak zorunda idi. İslam gerçekleri tamamiyle anlaşıldıktan ve meydana gelen vicdan inancını kuvvetli olaylar ile de sağlamlaştırdıktan sonra bir takım aydın insanların böyle taş parçalarına tapınmasını varsaymak İslam alemini hor görmektir. Aydın ve dindar olan milletimiz ilerlemenin sebeplerinden biri olan heykeltıraşlığı önemli derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesini atalarımızın, bundan sonra yetişecek evlatlarımızın hatıralarını güzel heykellerle ilan edecektir…” (6)

Cumhuriyet’in ilanıyla, yoklukla kazanılan Kurtuluş Savaşının hatıralarını koruyabilmek, toplumsal bellek oluşturabilmek için kamusal alanlara heykeller dikilmeye başlanır. Bu heykeller, doğal olarak Atatürk ve Kurtuluş Savaşı temalıdır. Anıt heykelleri yapacak ekipman eksikliği ve heykeltıraş yoksunluğu, heykeltıraşların yurt dışından getirilmesini zorunlu kılar.

Krippel tarafından Sarayburnu Parkı’nda yapılan Atatürk Anıtı (1926) ilk figüratif anıt heykeldir.

Bunu Canonika’nın 1928’de Taksim’de yaptığı Cumhuriyet Anıtı izler.

Kamusal alanda anıt heykel yapımı sürecini aşan ilk uygulama, Cumhuriyet’in 50. yıl kutlamaları için hazırlanan projelerdir. 50. Yıl Kutlama Komitesi, İstanbul’un çeşitli park ve meydanlarına modern sanat eserleri konmasını kararlaştırır. Ancak, günümüze bunların pek azı gelebilmiştir. Bir kaçını yakından inceleyelim.

İşçi Heykeli

Yer:Tophane; Yıl:1973; Sanatçı:Muzaffer Ertoran; Yaptıran: Kültür Bakanlığı

Heykeltıraş aynı zamanda arkeoloji müzesinde görevlidir. İşine gelir giderken, Tophane’deki İş ve İşçi Bulma Kurumu çevresinde gördüğü işçilerden esinlenerek bu heykeli yapmıştır. O dönemde Almanya’ya işçi olarak gitmek isteyenler ya da İstanbul’da bir iş başvurusunda bulunanlar, kurumun etrafında toplanırlar. Heykel Tophane Parkı’na dikildikten sonra, adından dolayı komünizmi simgelediğini düşünen bazı kişilerin aralıklarla saldırısına uğrar. Daha bir yılını bile doldurmadan önce parmakları, sonra balyozun sapı parçalanır. Yüzü ziftle boyanır. “Zifti silme” bahanesiyle yüzü yok edilir. Heykeltıraş eserini önce kendi olanaklarıyla tamir etmeye çalışsa da saldırıların hızına yetişemez. Heykelin uğradığı saldırılara dayanamayan sanatçı grubu Hafriyat heykeli kaçırmaya çalışır ancak mahalleliye yakalanır.

Öğrencisi olduğum MSGSÜ’ne gelir giderken İşçi Heykeline yapılan saldırıların bizzat tanıklığını yapmış olmam, okuduğunuz bu yazının da yazılma sebebidir. Heykel, belediyenin park düzenlemeleri sırasında ortadan kaybolur (2016).

Bir diğer heykel Güzel İstanbul heykelidir.

Güzel İstanbul Heykeli

Yer Karaköy ; Sanatçı: Gürdal Duyar; Yaptıran: Kültür Bakanlığı.

1974’te Kutlama Komitesi tarafından Karaköy Meydanına dikilmek üzere yaptırılan heykel, İstanbul’un güzelliğini, ayrıca hâlâ zincirlerini kıramadığını simgelemektedir. İktidarda bulunan CHP-MSP koalisyon hükümetinin MSP kanadı heykeli müstehcen bulur ve kaldırılmasını ister. Tartışmalar büyür. Sadece dokuz gün yerleşik olarak kaldığı yerden bir gece yarısı sökülür, bir süre bulunamaz, daha sonra Yıldız Parkı’nın gözlerden uzak bir köşesine yerleştirilir.

İstanbul’da kamusal alanda yer alan heykellerin başlarına gelenleri, günün gazetelerine de konu olan hikayelerini uzun uzun anlatmadan sıralayalım.

“Metin Haseki tarafından yapılarak Gümüşsuyu Parkı’na konan bakır heykel, dikilmesinin üzerinden bir hafta geçmeden çalınır. (1973)

Füsun Onur’un Fındıklı Parkı’na dikilen 50. Yıl Heykeli, belediye ekipleri tarafından park düzenlemesi sırasında kaldırılır. (1985)

Adem Yılmaz’ın Taksim Gezi Parkı merdivenlerine yerleştirilen, içinde mor taşlardan oluşturulmuş bir kütle bulunan, cam fanus ile kaplı heykelin camı defalarca kırılır, tinercilere yuva olur ve sonunda belediye tarafından kaldırılır. (2005)

Ayşe Erkmen’e ait, Tünel Meydanı’ndaki açık sütun heykeli, üzerinde kaplı maddenin ateşe verilmesiyle tahrip edilir. Heykeltıraş yenilenmesi için epey mücadele eder. (2005)

Beşiktaş’taki Barbaros Anıtı leventlerinden birinin kılıcı çalınır. (2006)

Aşiyan Parkı’ndaki Orhan Veli Anıtında yer alan bronz martılardan biri çalınır. (2006)

Maltepe’de Adnan Kahveci’ye ait büstün önce gözlüğü çalınır, sonra büst ortadan kaybolur. (2006)

Cihangir’de karikatürist Oğuz Aral’ın polyesterden yapılma heykeli ateşe verilir. (2008)“ (7)

Görüldüğü üzere “heykel”, binlerce yıllık geçmişine ve Avrupa Kültür Başkentliği de yapmasına karşın sİstanbul’da kendine yer bulamaz, yer bulanlar da korunamaz. Yok edilen, kaçırılan heykellerin kentin tarihinden ve güzelliğinden çok şey alıp götürdüğü kuşkusuz ortadadır.

Minerva Han Heykeli

Karaköy Bankalar Caddesinde Atina Bankası olarak hizmete girmiş binanın balkonunda yer almaktadır. (1913) Mimariye bağlı taş süslemeciliği olarak varlığını bugüne kadar koruyabilmiştir. Evet, bir kamusal alan heykeli değildir ama kamusal alana bakmaktadır. Yüz ifadesi oldukça üzgündür. Kadim şehir İstanbul’da heykellerin başına gelenleri hatırlamakta, yaşananları üzüntüyle yoldan gelip geçen insanlara fısıldamaktadır. Kim bilir, belki bir gün, fısıltılar kulaktan kulağa yayılır da heykellerin görünür yerde ve kabul edilebilir olduğu bir İstanbul’a uyanırız.

Meral GÖKMEN

KAYNAKÇA

1-www.Byzantium1200.com

2-İpşiroğlu,M.Ş.(1973),”İslamda Resim Yasağı ve Sonuçları”,İstanbul,İş Bankası Kültür Yayınları,s:23

3-Kaya,Dr.İ.G.,(2007)”Figâni’nin Ölümü ve Taşlıcalı Yahya Beyin Bir Şiiri”,Ataürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi,Sayı 34,Erzurum

4-Cezar,M.(1995),”Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi”,İstanbul,Erol Kerim Aksoy Kültür,Eğitim,Spor ve Sağlık Vakfı Yayınları,s:128

5-Aydın Uzun ,D.(2014),”Türk Heykel Sanatı ve İlk Heykeltraşlar”Ankara,Yason Yayınevi,s:63

6-“Atatürk‘ün Söylev ve Demeçlerinden Seçmeler “,www.ata.tsk.tr

7-Erten,O.”Türkiye Heykellerinin Bahtsız Tarihi “ 12.Ocak.2011 tarihli Radikal Gazetesi

8-“Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali”,1985,İstanbul, Güçlü Gazetecilik Yayınevi

9-Tekiner,A., (2014),”Atatürk Heykelleri”,İstanbul, İletişim Yayınları

10- www.istanbul.net.com

Paylaş

Yorumlar

E-bülten

Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz