İrfan Baştuğ caddesi no 5/A
Emekli Subaylar Sitesi 34/2 Esentepe
E-bülten
Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz
Karaköy’de gezinmiş, Voyvoda Caddesi, diğer adıyla Bankalar Caddesi’ni arşınlamış, ya da İstanbul fotoğraflarına aşina olanlar mutlaka Art Nouveau stili ünlü Kamondo merdivenlerini görmüşlerdir. Kamondo Merdivenleri Voyvoda Caddesi’yle üst paralelinde yer alan Banker Sokağı’nı birleştirir. Banker Sokağı da adını İstanbul’un, aşağıda sözünü edeceğimiz ünlü banker ailesi Kamondo’lardan alır. 2012 yılında James Bond’un Skyfall filminin çekimleri için geldiği istanbul’da, Bond’un dublörü Robbie Madison’un ilgisini çeken ve üzerinde motoruyla birkaç akrobatik hareket yaptığı Kamondo merdivenleri, bir dedenin torunlarına 1870’lerde verdiği bir hediyedir.
1492’de İspanya’dan atılan bir Yahudi aile Kamondo’lar. İspanya’dan sonra Kamondo’ların izine önce 1516’da Venedik gettosunda rastlıyoruz. Venedik, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun işgali altındayken, Kamondo ailesinin Avusturya vatandaşlığına geçtiğini görüyoruz . Aile daha sonra 1758’de İstanbul’a gelerek Ortaköy’e yerleşiyor. 1775 yılının mülk edinme kayıtlarında Haim Kamondo adı geçiyor. Aile Osmanlı yönetimiyle yaşadığı bir takım sorunlar yüzünden, kapitülasyonlarla Avusturya-Macaristan İmparatorluğu vatandaşlarına verilen korunma hakkını kullanarak, bir süreliğine Kıbrıs’a kaçıyor. Bir süre sonra aile ile Trieste limanında yeniden karşılaşıyoruz. İlginç olan ise aynı dönemde Viyana’daki Türk toplumunun önde gelen, en hatırı sayılır kişisinin Abraham Haim Kamondo adını taşıması. 1797’de Kamondo ailesi Avusturya vatandaşı olarak yeniden İstanbul’a dönüyor. Haim Kamondo’nun iki çocuğu, İsak ve Salomon’a, 1781’de İstanbul’da doğan Abraham Salomon ekleniyor. Ailenin bizim için çok önemli olan asıl bilinen tarihi de 1781’de İstanbul’da doğan ve 30 Mart 1873’de Paris’de ölen Abraham Salamon Kamondo ve çocuklarının, hatta torunlarının yaşam öykülerine dayanıyor.
Abraham Salomon 25 Mayıs 1804’de ‘’Haïm Sebetay Yuda Levy’’nin kızı Clara ile evlenir. Çiftin Salomon-Raphaël (1810-1866) adlı tek çocukları olur. Kamondo’lar İstanbul’da önce ticaret ardından sarraflık yaparlar. Abraham Salomon ve kardeşi İsak 1815’de Osmanlı’nın ilk bankası rolünü oynayacak olan ‘’İsak Kamondo ve Şürekası Banka Evi’’ ni kurarlar. Bu banka yıllarca Osmanlı Devleti’ni finanse edecektir. Çocuksuz olan ağabeyi İsak’ın 1832’de vebadan ölmesinin ardından Abraham Salomon bu şirketin tek sahibi olur.
Abraham Salomon’un Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz, Osmanlı sadrazamları ve bakanları üzerinde önemli etkileri ve politik gücü vardır. Osmanlı Bankası kurulmadan önce Osmanlı hükümetinin bankerliğini yapan Abraham Salomon, Avrupa finans kurumları ile Osmanlı Sarayı arasındaki en önemli köprü olur, 1853-1855 Kırım Savaşı’nı tek başına finanse eder. Sultan Abdülaziz çok sevdiği bu bankacısına, yabancı uyruklulara yasak olmasına rağmen, özel bir fermanla, taşınmaz edinme hakkı verir. Daha sonra bu hak 10 Haziran 1867 tarihinde tüm yabancı uyruklulara tanınır.
Yahudi cemaatinin de Avrupa’daki yeniliklerden yararlanmasını ve dini bağnazlıktan kurtulmasını istediğinden 1830’larda cemaatin laik yönetimini eline alan Abraham Salomon Kamondo, Türkçe, Fransızca ve İbranice’nin okutulacağı laik anlamda bir ilkokul fikrini Piri Paşa’da 23 Kasım 1854’te hayata geçirir. 1850’lerde torunları Abraham-Béhor ve Nissim işleri devralır. Yahudi cemaatine katkıda bulunmak amacıyla sinagoglar, hastaneler, dispanserler ve eğitimin Fransızca ve Türkçe yapıldığı ilk Yahudi okullarını kurarlar. O zamana kadar cemaat okullarında İbranice ve Yahudi İspanyolcası (Ladino) ile eğitim yapılmakta ve bu eğitim, Yahudilerin devlet hizmetine girmesini ya da Avrupa ile ticaret yapabilmesinin önünü tıkamaktadır. Ancak tutucu Sefarad cemaat, reformlara şiddetle karşı çıkar. Haham İsak Akriş ve Salomon Kamhi’nin başını çektiği bağnazlar, cemaat üzerindeki yaptırım güçlerinin ellerinden kayıp gideceğini görerek, “din elden gidiyor” feryatlarıyla Fransızca ve modern eğitimi ortadan kaldırmaya çalışırlar. Akriş yanlısı iki kişinin 1 Kasım 1862’de Kamondo’nun yalısını basmasıyla başlayan olaylar, Haham Akriş’in hapsedilmesi ve Hahambaşı Yakup Avigdor’un görevden alınmasıyla devam eder. Kamondo’lar Abdülaziz’in, Yakup Avigdor’un görevden alınmasının ardından 19 Temmuz 1863’te verdiği kararla Edirne Hahambaşısı Yakir Geron’u İstanbul Hahambaşısı yapmasını ve Hahamhane Nizamnamesi’nin hazırlanmasını sağlar.
Eğitimin artık cemaat okularında Türkçe ve Fransızca verilmesinin başlamış olmasına rağmen tutucu Sefarad kanatla Kamondo’ların yıldızı bir daha asla barışmaz. Cemaat içindeki bu çekişmeler ve saldırılar, Avrupa finans merkezinin Paris’e kaymakta oluşuyla birleşince, aile radikal bir karar alıp, İstanbul’u terk ederek 1869’da Paris’e yerleşir. Bankanın merkezini İstanbul’da tutarak Fransa’da bankacılık ve yatırım işlerine devam ederler.
‘’Vezirlerin bankacısı’’ olarak ünlenen Abraham Salomon, uzun bir dönem, Osmanlı’nın ekonomik gelişimine ve İstanbul’un modernleşmesine katkıda bulunan en aktif kişi olmuştur.
Doğu’nun Rothschild’ı diye anılan Abraham Salomon Kamondo, modernleşmenin kent yaşamındaki öncülerinden biri olmuştur. Galata banker ve tüccarlarının öncülüğünde Cadde-i Kebir ya da Grand Rue de Pera (bugünkü İstiklal Caddesi) çevresinde gelişen Beyoğlu’nun imarında önemli görevler üstlenir. Kamondo’ların diğer bankerlerden farklı olarak çok etkileyici bir şehircilik misyonu vardır. Bankacılığın yanı sıra İstanbul’da 1855’te İntizam-ı Şehir komisyonunun başına geçer ve modern şehircilik uygulaması için Galata, Pera ve Tophane’yi, modern Beyoğlu yöresini seçerler. 1857’de ilk belediye olan Altıncı Daire-i Belediye’nin (Beyoğlu Belediyesi) kuruluşunun ardından, bölgenin kentsel altyapısının finansmanında, kaldırımların düzenlenmesi, cadde ve sokakların genişletilmesi, sokaklara isim verilmesi, binaların numaralandırılması, şehir suyunun meskenlere iletilmesi, kanalizasyon sisteminin kurulması, sokakların aydınlatılmasında (sokakların gazyağıyla çalışan fenerlerle aydınlatılması, ilk kez Cadde-i Kebir’de yani İstiklal Caddesi’nde başlatıldı), yeni ve modern eğitim kurumlarının oluşumunda rol alır, Şirket-i Hayriye ve Dersaadet Tramvay Şirketi’ne (ilk atlı tramvaylar) ortak olmakla, önemli şehircilik, mimarlık ve kültür yatırımlarına öncülük ederler. İstanbul’un 19.yy’da Avrupa kentleri ile paylaştığı değerlerin ve kurumların oluşmasında Abraham Salomon de Kamondo ve ailesinin bir sosyal girişimci olarak çok büyük payı vardır.
Abraham Salomon’a hizmetleri ve bağışları nedeniyle Avusturya tarafından Şövalye unvanı, Victor Emmanuel II’nin İtalya Birliği’ni kurmasına verdiği destek ve İtalyan demiryollarının finansmanını sağlaması nedeniyle İtalya tarafından, kendisi ve ailesine ebediyen taşımak üzere, ‘’Kont’’ unvanı ve Osmanlı İmparatorluğu’na yaptığı hizmetler nedeniyle de Sultan Abdülaziz tarafından ‘’İftihar’’ nişanı verilir.
Abraham Salomon de Kamondo 1872’de Paris’te ölür ve vasiyeti üzerine naaşı doğduğu yer olan İstanbul’da Hasköy mezarlığında toprağa verilir. Kamondo’nun Istanbul’da çok sevilen ve sayılan bir kişi olması nedeniyle cenaze töreni günü tüm kentte ilan edilen yasla birlikte, borsa ve finans kuruluşları tatil edilir, Galata ve Haliç esnafı dükkânlarını kapatır, kiliselerde bile çanlar çalınır. Cenaze törenine paşalar, vezirler, imamlar, papazlar ve neredeyse tüm İstanbul halkı katılır. Törene Osmanlı askerleri de eşlik eder ve Saray Bandosu marşlar çalar.
Kamondo’ların Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik ve politik yaşamında çok önemli bir yeri olmuştur. Galata, Serdar-ı Ekrem Sokak’taki apartmanlarında, 1800’lerin İstanbul’unda, Padişahın diş doktoru Hantz Von Der Heyde, Kamondoların mimarlarından Gustave Tedeschi, İstanbul Kulübü yöneticisi Zankovitch, kuyumcu Neubauer gibi seçkin kişiler, sonraları Abidin Dino, Arif Dino, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik, Yaşar Kemal, Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday gibi pek çok ünlü isim oturur. Kamondo ailesinin İstanbul’daki bina, han ve apartmanlarının sayısı bir dönemler, 50’si Galata’da olmak üzere 255’e ulaşmıştır.
Kamondo ailesi İstanbul’un en büyük mülk sahiplerinden biridir ve bu mülkün en büyük bölümü Galata’da yoğunlaşmıştır. Kırım Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nda modern bir banka sektörü kurulur ve İstanbul’da bankacılık yapmak isteyen yerli ya da yabancı tüm yatırımcılar, mutlaka Kamondo’ların kurduğu Galata merkezine yerleşir ve Kamondo’ların kurdukları alt yapıda toplanır. Rotschild’lerin Paris’te yaptığı gibi, 1860’larda Credit Lyonnais, Societe Generale gibi büyük bankaların tümü İstanbul’da Kamondo’ların kiracıları olur. Osmanlı’nın finans damarlarını Avrupa finans merkezlerine bağlayan Galata bankerleri denilen Rum ve Yahudi bankacıların başında, bu finans dünyasının ve ağının lideri olarak Kamondo’lar yer alır. Kamondo’ların en büyük destekçileri olarak Tanzimatçıları görüyoruz. Ali Paşa ve Fuat Paşalar Kamondo’ların en önemli dostlarıdır. Osmanlı Bankası’nın kökeninde de, Kamondo’lar vardır. Sarraflıktan modern bankacılığa geçişte, yabancı bankalar İstanbul’a gelip Galata bankerlerine sırt çevirince, devletin tahvil yoluyla borçlanma yolunu açık tutabilmek ve Bab-ı Ali’ye kredi vermek için başında Kamondo’ların bulunduğu bir grup, Osmanlı Bankasını kurar. Osmanlı Bankası dışardan finasman sağlayarak iç borçlanmayı sürdürebilir hale getirir.
Kamondo ailesi 1869-1870 arasında Paris’e yerleştikten sonra işlerini Fransa’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde sürdürmeye ve büyütmeye devam eder. 19. yy’ın sonunda Kamondo’lar, Paribas Bankası, Portland Çimento Şirketi, 1863’te İstanbul’da Bank-ı Osmani-i Şahane adıyla kurulan Osmanlı Bankası ( La Banque Impériale Ottomane), Mısır Rafinerileri, Bakü Nafta Şirketi, İstanbul Sular İdaresi (La Compagnie des Eaux de Constantinople), Portekiz Demir Yolları, Fransa-Kanada Kredi Şirketi gibi bir çok uluslararası kuruluşun başına geçerek, idaresini üstlenir, Süveyş Kanalı’nın finansmanı gibi dev projelere katkı sağlarlar. 1894’de bankalarının İstanbul merkezini Paris’e taşır ama İstanbul bölümünü 1. Dünya Savaşının sonuna kadar kapatmazlar.
Kamondo’lar 1872’de Paris’de, Monceau’daki muhteşem evlerinde yaşamaya başlarlar.
1889’da garip bir rastlantıyla, Abraham Salomon de Kamondo’nun iki oğlu da, aynı yıl aynı hastalıktan yaşamını yitirir ve ailenin idaresi torunlar kuşağına, iki kuzen İsaac ve Moïse de Kamondo’ya geçer. Kuzenler önceleri çok lüks bir yaşam sürerler. At yarışları, opera locaları, balolar derken, Paris’in göz bebekleri haline gelen iki kuzen, resim ve sanat eseri koleksiyonu yapmaya başlar. Bankerlikte ve yüksek sosyetede olağanüstü bir başarı gösteren kuzenler, sanatın da en önemli destekçisi ve koruyucusu haline gelirler. İsaac ve Moïse kuzenler iş yaşamından ve sosyal işlerden biraz uzaklaşarak, zamanla, Fransız sanat ve kültür yaşamının en önemli isimleri arasında yer alırlar.
Müzik tutkunu ve besteci olan İsaac, bankanın yönetiminden ve iş yaşamından tümüyle çekilerek ömrünü sanata adar. Opéra-Comique ve 1913’de Champs-Elysées Ulusal Tiyatrosunu kurar ve 1891’de Osmanlı’nın Paris Başkonsolosu olarak atanır. Çocuğu olmayan İsaac 1911’de ölümünde, büyük bir tutkuyla bağlandığı ve bir servet ödeyerek oluşturduğu muhteşem koleksiyonunu Boudin, Cézanne, Degas, Delacroix, Jongkind, Manet, Monet, Renoir, Sisley, Pisarro’nun 60 kadar tablo, gravür, pastel ve desenini, , 418 Japon baskısı dahil uzak doğu sanat eserini, ortaçağ ve rönesans mobilyalarını Louvre Müzesi’ne bağışlar.
Kuzeni Moïse (1860-1935) Rue de Monceau 63 numarada bulunan Paris’in en şık ‘Belle Epoque’ dönemi başyapıtlarından sayılan evini ve kişisel koleksiyonunu 1917’de I.Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden oğlu havacı Nissim’in anısına l’Union Centrale des Arts Décoratifs’e bağışlar. Moïse’ın ölümünden bir yıl sonra 1936’da, ‘Nissim de Camondo’ Müzesi kapılarını halka açar. 1945’de Guimet Müzesi’nin açılışıyla, bağışın Uzakdoğu koleksiyonu bu müzeye, 1986’da Musée d’Orsay’in açılışıyla da koleksiyonun empresyonist kısmı (altmışın üstünde yağlı boya, birçok pastel ve desen) bu müzeye aktarılır.
II.Dünya Savaşı’nda, Kamondo’ların son varisleri olan Moïse’in kızı, eşi ve çocukları Naziler tarafından önce Drancy toplama kampına gönderilir ve 1943-45 yılları arasında Auschwitz ve Polonya’daki Birkenau’da, gaz odalarında can verirler. Ailenin geri kalan fertlerinin ölümüyle (Fanny 1943, Bertrand 1944, Léon 1944, Béatrice 1945) Kamondo soyu trajik bir sonla noktalanır.
Kamondo ailesi Türkiye tarihinde önemli bir yer tutuyor ama bu tarihe ne denli sahip çıktığımız çok tartışma götürür. Çünkü aradan geçen yıllar içinde, Kont Abraham Salomon de Kamondo’nun ölmeden önce yaptırdığı ve vasiyeti üzerine, büyük bir devlet töreniyle gömüldüğü anıt-mezarı kaderine terkedilir ve define avcılarının talanına uğrayarak yarı harabeye dönüşür. İçerisinde bulunan altı mezar odasının kırılıp yok edildiği yapı, madde bağımlılarının sığındığı bir yıkıntı ve çöplük olur. Sonunda, anıt-mezarın restorasyonu için “Türk Mevsimi” etkinlikleri kapsamında açılan Kamondolar Ser cemaati harekete geçer. Projeyi destekleyenler arasında yer alan Hahambaşılık, 500’üncü Yıl Vakfı, “2010 Ajansı”nda oluşturulan bir çalışma grubu, Türkiye Musevi Cemaati Başkanı Silvyo Ovadya, Onursal Başkanı Bensiyon Pinto, 500. Yıl Vakfı Başkanı Naim Güleryüz’ün çabalarıyla, çok zahmetli, uzun ve çetin bir savaşım verilir adeta. Kamu arazileri üzerine kaçak ve yıkım kararları kesinleşmiş yapıları, gökdelenleri bir bakanlık kararıyla bir gecede kuruveren, kent belleğinin en önemli unsurları olan tarihi yapıları, birkaç ayda lüks otellere ve résidence’lara dönüştürebilen siyasi irade, İstanbul Belediyesi’nin temellerini oluşturan 6. Daire’nin de kurucusu olan bu önemli hemşerisinin mezarını restore edebilmek için bir türlü karar alamaz. Bu kenti yönetenlerin dillerinden düşürmedikleri ecdatlarının imparatorluğunda, Kont Kamondo’nun büyük saygı ve sevgi gördüğünü, sadrazamlar ve sultanlar dâhil, devlet erkânıyla dostluklar kurduğunu, cenaze töreninin olduğu gün İstanbul’da ve neredeyse tüm ülkede yas tutulduğunu bilemezler. Bir restorasyon projesi olan çalışma, anıt-mezarın mülkiyetinin ve mezarlığın üzerinde bulunduğu paftanın mülkiyetinin kime ait olduğu, burasının bir “kamu arazisi” olup olmadığı gibi konularda Beyoğlu Belediyesi ile İBB arasında bitmek bilmeyen tartışmalarla geçen uzun bir sürenin sonunda mimar Hayyim Beraha ve Özgür Yıldırım’ın çabalarıyla gerçekleşebilir.
Kamondo’ları Nazilere teslim eden ve Fransa sanat ve kültür yaşamına çok önemli katkıları olmuş bu ailenin son fertlerinin yok edilmesine göz yummanın utancını taşıyan Fransa ise çok daha vefalı çıkarak 2010 yılında ‘Türkiye Mevsimi’ kapsamında 5 Kasımda “Musée d’art et d’histoire du Judaïsme”de (Yahudi Sanatı ve Tarihi Müzesi), kapılarını açan ‘La Splendeur des Camondo : De Constantinople à Paris’(Kamondoların İhtişamı : Konstantiniye’den Paris’e – 1806-1945) sergisi ile Kamondo ailesinin İstanbul’dan Paris’e beş nesil süren serüvenini, Kasım 2009’dan 7 Mart 2010 tarihine kadar Fransızlarla buluşturdu.
Kamondo ailesinin bağışlarıyla oluşturulan kurumlarca gerçekleştirilen bu sergi, Nissim de Kamondo müzesinin aile arşivi; Orsay müzesindeki (Musée d’Orsay) tabloları (Boudin, Degas, Delacroix, Jongkind, Manet, Monet, Renoir, Sisley, Pisarro), Guimet müzesindeki ve Louvre müzesindeki mobilya, yün-ipek Aubusson duvar halıları ve desenleriyle halka açıldı. Bilimsel danışmanlar arasında çok değerli müzeciler, tarihçiler ve arşivciler yer aldı.
Bir ülke kültüründe simgeler çok önemlidir. Siyaset de aslında bu simgeler üzerinden yürür. Asıl sorun bu simgelerin ne amaçla yok edilip unutturulmak istenmesinde düğümleniyor. Aslında yok edilmek istenen bir kolektif bellek. Bütün çatışmalarımızın dönüp dolaşıp düğümlendiği yer olan kimlik sorunumuzu çözemediğimiz bir ülkede gerçek bir sosyo-kültürel dönüşüm yaşamak romantik bir düşten öteye geçemiyor. Kont de Kamondo da yaşadığı yıllarda içinden geldiği cemaatle aynı çatışmaları yaşamış. Bu topraklarda çatışma etnik, kültürel ya da siyasi kimlikler arasındaymış gibi görünüyorsa da asıl çatışma her zaman geleceği bilim, sanat ve kültürel zenginlikle şekillendirmek isteyenlerle, bu gelecekten korkan tutucu muhafazakârlar arasında sürüyor.
Tarihin, muktedirlerce yazılan bir yanılsama olmasının karşısında, unutturulmaya çalışılan bilgilerimizden, bireysel anılarımızdan ve yaşanmışlıklarımızdan yola çıkarak alternatif bir kültür tarihi yazımı oluşturmayı gerçekleştirebilmekte asıl sorun. Büyük tarih yazınları kadar öznel ancak görece daha “tarafsız” olan bireysel anılardan oluşan bir çeşit kolektif kentsel hafıza oluşturmak gerekli.
Bugün Türkiye’deki sermayenin bu anlamda üretici ve ilerici olduğunu söylemek elbette hiç mi hiç olası değil. Ancak, zamanının dünya çapında en büyük sermayedarlarından olan Abraham-Salamon de Kamondo ve ailesinin içinde yaşadığı toplumu dönüştürme çabalarını görmezden ve anlamazdan gelemeyiz. Belki bir gün Türkiye Cumhuriyeti yapmasa da, şu an kültürel güdüklük yaşayan sermaye, bir kent belleği müzesi oluşturur, envanterinin önemli bir bölümünü Kamondo’lara ayırırsa, gelecek kuşaklar, geçmişin ayak izleri üzerinde, geleceğe doğru daha sağlıklı yol alabilirler.
Tarihin, muktedirlerce yazılan bir yanılsama olmasının karşısında, bireysel anılarımızdan ve yaşanmışlıklarımızdan yola çıkarak alternatif bir Beyoğlu tarihi yazımı oluşturmayı hedefliyoruz. Büyük tarih yazınları kadar öznel ancak görece daha “tarafsız” olan bireysel anılardan oluşan bir çeşit kollektif kentsel hafıza oluşturmak amacımız.
Cem Cinol
Yorumlar