İrfan Baştuğ caddesi no 5/A
Emekli Subaylar Sitesi 34/2 Esentepe
E-bülten
Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz
*”Lüküs Hayat’tan Bomontiada’ya Şişli” yürüyüş rotamızda mekanı günümüze ulaşamayan Şişli Atölyesi konu edilmekte; “Aşiyan’dan Emirgan’a” turumuzda ise ressam Abdülmecid Efendi’nin Aşiyan Müzesinde sergilenen dört eseri ziyaret edilmektedir.
ÇAĞDAŞ SANAT VE MEKAN
Bu seneki 15. İstanbul Bienali’ne paralel düzenlenen etkinlikler arasında sanırım en çok ilgi göreni Abdülmecid Efendi Köşkü’ndeki ‘Kapı Çalana Açılır’ başlıklı sergi oldu. İstanbullular ve sanatseverler, özel mülk içinde yer alması sebebiyle sergi gibi etkinlikler dışında halka kapalı olan köşkü gezme fırsatını bu sayede yakaladı. Ayrıca, Osmanlı hanedanının ‘son veliaht’ ve ‘son halife’ ünvanları ile olduğu kadar ressam sıfatıyla da ön plana çıkan bir üyesinin yaşam alanın, sanat sergisine ev sahipliği yapması anlamlı bir girişim ve çok yerinde bir mekan kullanımıydı. Fakat, bildiğimiz üzere çağdaş sanat hâlâ sıkıntılı bir mesele; modern sanat ile ilişki kurmak ve farklı kriterleri baz alarak çağdaş sanat eserlerini yorumlamak oldukça zahmetli bir pratik olabiliyor. Yaşadığımız dönemin politik iklimi bu pratiği hiç de kolaylaştırmıyor; aksine hoyrat saldırılar ve şuursuz yorumlar maalesef sanata yaklaşımımızda uzun zamandır ağır basıyor. Mekanla örtüşen bir sergi olmadığı gerekçesi ile ‘Kapı Çalana Açılır’ sergisi – özelde bir sanat eseri- ekim ayında saldırıya uğradı. Biraz destek amaçlı, biraz meraktan serginin önünde uzun kuyruklar oluştu. Ben de o kuyrukta beklemek zorunda kalanlardan biriydim. Fakat, Nakkaştepe’ye tatlı bir İstanbul sabahı hakimdi, ve ben şikayet edemiyordum.
ABDÜLMECİD EFENDİ KÖŞKÜ
Abdülmecid Efendi Köşkü, Roma döneminden itibaren neredeyse kesintisiz devlet ricalinin yerleşim alanı olagelmiş Altın Şehir Üsküdar’ın hâlâ alımlı tepesi Nakkaştepe’ye konumlanmış. 1880’lerde Kavalalı ailesinin ‘hıdiv’ ünvanını alan ilk ferdi İsmail Paşa tarafından mimar Alexander Vaullary’e biniş kasrı amaçlı yaptırılır. 200 dönümlük bir koru içinde yer alan yapının Harem kısmı günümüze kadar ulaşamasa bile, eklektik tarzda tasarlanmış Selamlık köşkü ve florası aynı ölçüde kıymetli bahçesi insanın gözlerini alıyor. İstanbul’un ne kadar çok şey vadettiğinin sanki bir kanıtı daha…
Sultan Hamid’in amcazadesi Abdülmecid’e 1895’te hediye ettiği köşk, önce saltanatın (1922) ve daha sonra halifeliğin ilgası (1924) akabinde özel eşya ve mobilyaların satılması ile boşaltılır. Abdülmecid’in 1944 yılında Nice’teki vefatından kısa bir süre önce Kalkavan ailesine satılır. 1980’lerde Kazım Taşkent’in girişimi ile YKY bünyesine katılan köşk, 1990’larda restorasyon görür; 2005 yılında ise Koç Grubu’na devredilir.
SON HALİFE: RESSAM ABDÜLMECİD EFENDİ
Tarihimizdeki iktidar-sanat ilişkisine baktığımızda, geleneksel Osmanlı toplumunun İslami değerlere hassasiyeti ile orantılı olarak figüratif ve üç boyutlu sanata aldığı mesafenin, hanedan ve devlet ricalinin yalnızca son dönemle sınırlı kalmayacak şekilde sanata yakın duruşları ve kimi zaman da cesur girişimleri ile tezat oluşturduğunu görürüz. (Pargalı Damat İbrahim Paşa’nın Mohaç Muharebesi ganimeti olarak İstanbul’a getirip At Meydanına yerleştirdiği üç Pagan heykeli hatırlayalım.) Saray ortamı, eğitim ve ananeler birçok Osmanlı sultanını bugün bir zanaat veya sanat dalıyla anmamızda önemli rol oynar. Bu yüzden, son halife Abdülmecid’in meslek hanesine ‘ressam’ yazmak abes veya abartı kaçmayacaktır. 1867 yılında babası Sultan Abdülaziz ile çıktığı, 47 gün süren Avrupa gezisinde ziyaret ettiği Batı şehirleri, gördüğü sanat eserleri, izlediği operalar ve tiyatrolar küçük Mecid’in sanata ilgi duymasına acaba ne derece katkıda bulunmuştur diye hep merak ederim. Kuşkusuz, döneminin ressamlarından hem ilham, hem de ders alma fırsatının olması bu ilgiyi pratiğe dökmesini sağlamış olmalı. Hocaları kimler miydi? Fausto Zonaro, Alexander Vallaury, Osman Hamdi Bey ve kurulmasına ön ayak olduğu Şişli Atölyesi’nin birçok ressamı…
Abdülmecid, bugün bile aydın, ileri görüşlü, umut veren bir veliaht ve halife portresi çiziyor. 1908’de Meşrutiyet’in ilanıyla toplumsal ve siyasi hayatta daha aktif rol üstlenir; hanedan üyesi olmasına rağmen Milli Mücadeleye destek vermekten kaçınmaz. Sanatçılarla yazarlarla yakın dostluklar kurar; yeri gelir onları korur kollar. Çok sayıda derneğe onursal başkanlık yapar; Şişli Atölyesi onun girişimleri ile can bulur. Aralarında en önemlisi 1918 Viyana sergisi olmak üzere sayısız sergiye katılır. Çarşamba günleri resim günüdür; misafir kabul etmez. 1924’te halifeliğin kaldırılmasıyla yerleşmek zorunda kaldığı Fransa’da vefat ettiği 1944 yılına kadar resim yapmaya ve eserlerini sergilemeye devam eder.
Sanatında kimi zaman empresyonist, kimi zaman romantik, kimi zaman da gerçekçi bir çizgi izleyen Abdülmecid için öncelikle portre ressamı diyebiliriz. Portrelerinde dönemin dostluk ettiği aydınlarını, janr resimlerinde ise gündelik hayatın içinde beklemediğimiz kadar modern bir kadın imgesi buluruz. Haremde bile olsalar, bu kadınlar Batılı gözün Oryantalist yaklaşımından çok farklı tasvir edilmiş figürlerdir. Kültürel referanslarını, hem Doğu’dan, hem Batı’dan alması ve sanatı resimlerinin konusu olarak seçmesi üzerine düşünmeye değer bir konu. Ama bence daha da önemlisi, bir devir kapanırken, yaşadığı toplumun geçirdiği dönüşümünü belgelemesi açısından Abdülmecid Efendi’nin şahitliğidir.
KAPI ÇALANA AÇILIR
Köşk kapılarını 2017 sonbaharında, Koç ailesine ait çağdaş sanat koleksiyonunda yer alan 24 sanatçıya ait 30 eserden oluşan bir seçkiyi sergilemek üzere İstanbullulara açtı. Serginin başlığı da mekan kadar davetkârdı: Kapı Çalana Açılır. Buyrun… Bir zamanlar, köşkünde Mecid’in misafirleri Tevfik Fikret, Şair Nigar, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan’ı ağırladığı salondayız.
Referans
Hanedandan Bir Ressam Abdülmecid Efendi, YKY
NİHAN VURAL
Yorumlar