+90 212 272 77 72

operation@tittravel.com

Blog Image

12

Aug

MOĞOLLARIN MERYEMİ

Çok talihsiz olduğunuzu, başınızın dertten kurtulmadığını, sizin başınıza gelenlerin pişmiş tavuğun başına gelmediğini mi düşünüyorsunuz? Kanlı Meryem’in yaşam öyküsünü okuyun, belki de halinize şükredersiniz. Hem de bahsettiğimiz bir imparator kızı. Bir imparator kızının ne derdi olur ki diye düşünebilirsiniz. Ama bu kızın dertleri daha doğarken başlıyor.

Bahsettiğimiz kız, İstanbul’u Latinler’den geri alan Roma İmparatoru Mihail Paleologos’un kızı Maria Paleologina. İmparatorun yasak aşkının meyvesi olan bu kızın öz annesini öldürten de bizzat kendi babası. Üvey anne ile büyüyor. Babası da Bizans tarihinin en zalim imparatorlarından birisi, ama belki de suçluluk duygusundan, gayri meşru kızına karşı sevecen davranıyor.

Bu sayede Maria özgür bir biçimde hatta biraz başına buyruk yetişiyor. Genç kızlığında şehri keşfetmek için sık sık saraydan kaçıyor ve bu kaçışlardan birinde kendisi gibi maceraperest, düzenli bir işi olmayan bir delikanlıya gönlünü kaptırıyor. Delikanlının Galata’da bir arkadaşı ile paylaştığı bekar evi, genç aşıkların buluşma yeri oluyor.

Fakat bu mutluluk uzun sürmüyor. Bu ilişkiden haberdar olan imparator baba zalim yüzünü gösteriyor ve adamlarına kızının sevgilisinin kellesini kendisine getirmelerini emrediyor. Ancak infazın gerçekleştirileceği akşam Konstantinopolis’te büyük bir yangın çıkıyor. İmparatorun adamları Galata’ya geldiklerinde görüyorlar ki alevler çoktan semti ve hatta sevgililerin aşk yuvasını sarmış. İçeri girip güç bela Maria’yı, sevgilisini ve o an evde bulunan sevgilisinin arkadaşını evin dışına çıkarıyorlar. Dumandan bayılmış olan iki delikanlının kellerini oracıkta kesiyorlar ve Maria’yı da alarak saraya dönüyorlar.

Maria kendine geldiğinde ise acıların en büyükleri ile yüzleşmek zorunda kalıyor. Bu yangın yüzünün yarısını, denilene göre sağ tarafını ve sağ gözünü alıyor. O zamana kadar Maria için Konstantinopolis’in en güzel kızı dendiğini unutmayın. Ama hepsinden önemlisi, biricik aşkının, annesine olduğu gibi babası tarafından öldürtüldüğünü öğreniyor.

Yangının güzeller güzeli Maria’nın yüzündeki izlerini yok etmek için imparatorluğun her bir tarafından doktorlar seferber edilir. Yüzündeki yaralar iyileştirilmeye çalışılır o zamanın koşulları ve hekimlik bilgisi elverdiğince. Ama yüreğindeki yaraları iyileştirecek bir ilaç yoktur. Hatta rivayete göre kaybettiği gözünün yerine takma bir göz bile takılır. Kim bilir belki de o zamanlar adı camgöz Maria’ya çıkmıştır. Ne olur ise olsun, böylesi zalimlik ve sevecenlik arasında gidip gelen baba düşman başına.

Maria’nın ya da bizim söyleyişimizle Meryem’in acıları bu kadarla kalmaz. Moğollar ile iyi geçinmek isteyen babası Maria’yı o zaman ki Moğol Hükümdarı Hülagu Han’a eş olarak yollar. Tabi o zamanlar yollar uzun ve Hülagu Han ise yaşlıdır ve Maria hedefine varamadan müstakbel eşi ölür. Moğollar da kız madem buraya kadar gelmiş geri göndermek olmaz deyip Maria’yı hükümdarın oğlu Abaka han ile evlendirirler. Fakat daha sonra Abaka Han da yerine geçmek isteyen kardeşi Ahmet Han tarafından öldürülünce Maria uğursuz ilan edilip geri gönderilir ya da kendi isteğiyle döner ve bu yüzden ona Kanlı Meryem dendiği söyleniyor.

Başka bir rivayete göre kanlı olan Meryem değil kilisesi, çünkü Konstantinopolis’in fethi sırasında Fener semtindeki Petrion Kalesi’ni almak için yapılan çarpışmalarda kilisenin yanından Haliç’e doğru oluk oluk kan akıyor. Tüm bu yaşadıklarından sonra, Maria Konstantinopolis’e dönüyor ve bugünkü Fener Rum Mektebi’nin arkasında, harabeye dönmüş eski bir manastır ve kilisenin yerine daha sonra Kanlı Meryem ya da Maria Mouchliotissa (Moğolların Meryemi) adıyla anılan kilise ve manastırı inşa ettiriyor. Kendisi de belki doğduğu andan itibaren gittiği her yere ölümü de beraberinde götürdüğünü düşündüğünden, daha fazla insanın “kanına girmemek” için yaşamın tüm nimetlerinden elini eteğini çekiyor, bu manastıra kapanıyor ve kendini tamamıyla dine veriyor. Belki de gerçek huzuru bulduğu son uykusuna da burada yatıyor.

1281 yılında inşa edilen bu kilise İstanbul’un yonca planlı iki kilisesinden biridir. Tabi bu yonca nadir bulunanlardan, yani dört yapraklı olanından. Diğeri hangi kilise derseniz o da bugün Heybeliada’da askeri bölgenin içinde kalmış olan Kamariotissa Kilisesi. Aynı zamanda Bizans döneminden günümüze kilise olarak gelebilmiş tek yapı Kanlı Meryem Kilisesi. Çünkü diğer tüm kiliseler ya camiye çevrilmiş, ya İstanbul’un meşhur yangınlarında kül olmuş, ya depremlerde yıkılmış ya da zamana teslim olmuş ve daha sonra Tanzimat’ın biraz öncesinden başlayarak 1830’lardan itibaren 19. yüzyıl boyunca yeniden inşa edilmişlerdir.

Kanlı Meryem Kilisesi’nin camiye çevrilmeden günümüze kadar gelebilmesinin nedeni ise rivayete göre Fatih Cami’nin mimarı Atik Sinan diye tanıdığımız Hristodulos’a ya da annesine Fatih Sultan Mehmet tarafından verilmesi. Ama kesin olan bir şey varsa o da Fatih’in bir fermanıyla bu kilisenin camiye çevrilmeyeceğinin garanti altına alınması. Yoksa günümüze kadar birçok Osmanlı Padişahı bu kiliseyi camiye çevirmeye niyetleniyor, fakat her seferinde, bugün kilisenin içerisinde bir duvarda fotokopisi de sergilenen ferman sayesinde engelleniyor.

Güzeller güzeli bu talihsiz kadının günümüze kadar gelen bir tasviri var mı diye sorarsanız, Kariye Müzesi’ne gitmenizi öneririm. Müzede iç narteksteki en büyük mozaikte İsa’nın eteğine yapışmış olarak resmedilmiş. Ama bu tasvirde bile kendisi, Moğolların Meryemi diye de bilindiği için sanki bir Moğol prensesi gibi çekik gözlü resmedilmiştir. İnsan talihsiz olmaya görsün.

Hüseyin AVNİ

Paylaş

Yorumlar

E-bülten

Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz