+90 212 272 77 72

operation@tittravel.com

Blog Image

07

Aug

TOPKAPI SARAYI'NDA GÜNLÜK YAŞAM-I

16. ve 17. yüzyıllarda Topkapı Sarayı’nda Günlük Yaşam ve Törenlerden Kesitler -I

Mimari

1299 yılında Osman Gazi tarafından kurulan ve 1922 yılına kadar varlığını sürdüren Osmanlı Devleti’nde 36 padişah hüküm sürdü. Osmanlı hanedanı, Fatih Sultan Mehmed’in (1441-1446/1451-1481) İstanbul’u fethine kadar İznik, Bursa ve Edirne’yi 1453’den sonra ise İstanbul’u merkez edindi. Fetihten sonra İstanbul’da yapılan ilk saray Fatih’teydi. Sonraları Saray-ı atîk (eski saray) adı verilen bu saray uzun süre kullanılmadı ve kısa bir süre sonra Topkapı Sarayı’nın ilk yapıları inşa edilmeye başlandı ve buraya da Saray-ı cedid (yeni saray) denildi. Topkapı Sarayı, Fatih döneminden Sultan Abdülmecid döneminin (1839-1861) sonlarına kadar padişahların resmi ikametgahı ve Osmanlı devletinin yönetim merkezi olarak kullanıldı. Bu süreç içerisinde hanedan zaman zaman Edirne Sarayı’na ve yazlık saraylara taşınmışsa da Topkapı Sarayı hiçbir zaman tamamen terk edilmedi ve resmi işlevi kesintisiz olarak devam etti. Hanedanın 19. yüzyılın ikinci yarısında Boğaziçi saraylarına taşınmasından sonra da cülus denilen tahta çıkış törenleri, her yıl Ramazan ayının ortalarında yapılan Hırka-i Saadet ziyaretleri gibi kimi önemli törenler her zaman Topkapı Sarayı’nda yapılmaya devam edildi.

Sarayın Konumu

Deniz tarafında Bizans dönemi surları, kara tarafında Fatih dönemi surlarıyla çevrili bu kale-sarayın tasarımı ve yer seçimi büyük ölçüde güvenlik ile bağlantılıydı. Ama güvenlik kadar Bizans akropolünün seçilmiş olması da ayrı bir anlam taşır. Güçlü bir imparatorluğun yerine geçen yeni imparatorluk, ondan daha kudretli bir cihan imparatorluğu olmalıydı. Bu ülkü karada ve denizde iki cihanın sultanı ifadesiyle Fatih’in Bab-ı Hümayun’a yazdırdığı kitabede açık bir şekilde ifade edilmiştir. Ali b. Yahya es-Sufi’nin imzasını taşıyan ve 1478 tarihini veren bu Arapça kitabede;

“Allahın inayeti ve izniyle, iki kıtanın sultanı ve iki denizin hakanı, bu dünyada ve ahirette Allah’ın gölgesi, Doğu’da ve Batı’da Allah’ın gözdesi, karaların ve denizlerin hükümdarı, Kostantinopolis Kalesi’nin fatihi, Sultan Mehmed Han oğlu Sultan Murad Han oğlu Sultan Mehmed Han, Allah mülkünü ebedi kılsın ve makamını feleğin en parlak yıldızlarının üstüne çıkarsın, Ebu’l-Feth Sultan Mehmed Han’ın emriyle, 883 yılının mübarek Ramazan ayında bu mübarek kalenin temeli atılmış ve sulh ve sükûneti güçlendirmek için yapısı gayet sağlam olarak birleştirilmiştir” yazılıdır. Bu kitabe, kapının cennet kapısı ve saray bahçelerinin cennet benzeri olduğuna da gönderme yapar.

Sarayını Bizans akropolüne, Büyük Saray ve Ayasofya’nın hemen yanına inşa ettiren Fatih’in kendi külliyesini Havariler Kilisesi’nin üzerine yaptırmış olması da benzer bir anlam taşır. Ama öykündüğü Bizans’ın son dönemi değil, Konstantin ve Jüstinyanus gibi güçlü imparatorların dönemi olmalıdır. Fetihten hemen sonra İstanbul’un yeniden inşası için faaliyete geçmesi de bunu gösterir. Saray ve külliye bir yandan da Fatih’in idari ve dini gücünü temsil eder.

Saray’ın ilk yapılarında görülen üslup çeşitliliği, Türk-İslam ve Roma geleneklerinin devam ettirilmesi de cihan imparatorluğu ülküsüne gönderme yapar. Fatih Köşkü, Rönesans ögeleri taşırken, Çinili Köşk Timuri üsluptadır. 15. Yüzyıl tarihçisi Tursun Bey Çinili Köşkü Süleyman peygamberin Saba Melikesi için yaptırdığı Kristal Saray’a benzetir.

Bu tasarımın bir diğer anlamı ise yüksek duvarlarla çevrili bu kale-sarayın imparatorluğun tek erki olan padişahın ulaşılmazlığına vurgu yapmasıdır. Yavuz Sultan Selim ve II. Bayezid dönemi tarihçisi İdris-i Bidlisi (1452-1520), bu ulaşılmazlığın sultanın kutsallığından kaynaklandığını belirtir ve bunu “tanrısal ışık bahşedilmiş bu kutsal varlık kentin kalabalık merkezinde sıradan ölümlüler arasında oturamaz, yaşadığı yerin kirden arınmış ve cennet benzeri kutsanmış bir mekan olması yakışık alır” şeklinde ifade eder.

1462-78 yıllarında Saray’ın ilk yapıları inşa edildi ve üç avlu içerisinde dağılım gösteren ana plan şeması şekillenmeye başladı. Her birine anıtsal üç ana kapıyla girilen ard arda üç avlu, üçüncü avludan geçilen köşk ve bahçelerle donanmış küçük bir dördüncü yer ve burayı sınırlayan bir sur duvarından sonra başlayan Has Bahçe’den meydana gelen Saray, 400 yıllık bir süreçte bugünkü görünümüne kavuştu. Edirne Sarayı’nda da uygulanmış olan bu plan devlet yönetimi, saray teşkilatı ve hiyerarşik yaşam ile doğrudan ilişkili, mutlak irade kavramı doğrultusunda ve İmparatorluk ülküsüne uygun olarak şekillendi.

Saray teşkilatı esas olarak Birun ve Enderun olarak iki ana bölümden oluşmaktaydı. Farsça dış anlamına gelen birun teşkilatına ait hizmet yapıları I. ve II. Avlu’daydı. Alay Meydanı da denilen I. Avluya geçit veren Bab-ı Hümayun kapısı, padişaha ait yüce/kutsal yerin başlangıcıydı. İlk yapıldığında iki katlı, bir zafer takı görünümünde olan kapının üst katı beyt’ül-mal hazinesi (devlet hazinesi) ve seyir köşkü olarak kullanılırdı.

1. Avlu/Alay Meydanı

Saray’ın halkın da girebildiği tek avlusu olan I. Avlu’daki dış hizmet binaları avludan yüksek duvarlarla ayrılmıştı. Solda odun ambarları, halıların altına serilen hasırların yapıldığı işlikler, inşaat ve onarım atölyeleri vardı. Bu işliklerde marangoz, taşçı, kireççi, kilitçi, lağımcı, demirci, camcı, hamal gibi görevliler çalışırdı. Bu taraftaki yapılar arasında Osmanlı cebehanesi olarak kullanılan Aya İrini kilisesi ile 16. yüzyılda inşa edilen ve 18. yüzyılda yenilenip genişletilen Darphane binaları günümüzde de mevcuttur. Altın ve gümüş sikkelerin basıldığı Darphane’de Saray’ın sanatçı ve zanaatkâr topluluğu olan Ehl-i Hiref teşkilatına ait atölyeler bulunurdu.

Avlunun sağında ise Enderunlu iç oğlanların tedavi edildikleri Enderun Hastanesi vardı. 17. Yüzyılda Saray’da iç oğlanı olarak yaşayan Bobovi (Ali Ufki Efendi), iç oğlanların yalandan hastalandıklarını, kaçak şarap içmek, yan gelip yatmak ve dışarıyla haberleşmek için buraya geldiklerini anlatır. Saray’ın su dağıtım sistemini oluşturan Dolap Ocağı ve Dolap Ocağı’na bağlı görevlilerin yaşam alanları (koğuş, cami, hamam, dolabı çeviren atlar için ahır ve samanlık) Saray için ekmek (fodla) ve simit imal eden Has Fırın vardı. Saray’ın ikinci kapısı yakınında halkın dava dilekçelerini, şikâyetlerini ilettikleri Deavi Kasrı denilen küçük bir köşk mevcuttu. Halkın arzuhalleri burada toplanır ve bunlar divan toplantılarında konuşulurdu. Divanda toplantılarında alınan kararlar da padişah fermanlarıyla halka yine bu kasırdan dağıtılırdı.

Osmanlı padişahları sefere gidiş ve dönüşlerinde, Cuma selamlığı gibi alaylarda (törenlerde) ihtişamla bu avludan geçerlerdi. Burası ayrıca önemli olaylarda, çeşitli törenlerin öncesinde, elçi kabullerinde, yeniçeriler, hizmetliler ve atlar için bir bekleme alanı olarak kullanılırdı.

2. Avlu/Divan Meydanı

Günümüzde müze ziyaretinin başladığı II. Avlu’ya Orta Kapı da denilen Bâbü’s-selâm’dan girilir. Padişahtan başka hiç kimsenin atla giremediği bu anıtsal kapıdan sonra büyük bir suskunluk başlardı. 1468 yılında yaptırılmış, Kanunî Sultan Süleyman döneminde yapılan onarımlardan sonra, kesme taştan, geniş kemerli portalı, yan nişleri ile 16. yüzyıl Osmanlı mimarisinin klasik unsurlarını yansıtan bir görünüm kazanmıştır. Yanlardaki İki kulesi ile çağdaşı Avrupa kale kapılarına da benzer. Bab’üs-selam kelimesi, devlet erkanı ve elçilerin bu kapıdan Kubbealtı’na kadar iç saraya geçit veren Bab’üs-saade’yi ve saray erkanını selamlaması geleneğinden gelmiş olmalıdır. Kur’an’daki Dar’üs-selam kelimesi ile de benzeşir. Dar’üs-selam Tanrının meleklerinin selamladığı bir yer olarak cennete verilen isimdir. Bab’üs-selam ismi ile cennet imgesine gönderme yapılmış olmalıdır. Bu avlunun genel sükûneti, ağaçlar ve çiçekler arasında gezinen tavus kuşları, ceylan ve geyikler, durmadan akan çeşmeler Kur’an’daki cennet tanımına uygun bir yerin tasarlandığını düşündürür. Bidlisi İkinci Avlu’daki vahşi hayvanların, hayvanlar alemine egemenliği ile tanınan Süleyman peygamberi ve sarayını anımsattığını anlatır.

Osmanlı Devleti’nin yönetim merkezi ve bir tören alanı olan II. Avlu Saray’ın ilk inşası sırasında şekillenmiş, Kanuni Sultan Süleyman döneminde 16. yüzyılda genişletilerek yenilenmiştir. Çeşitli eksenleri olan avlunun en önemli ekseni padişahı temsil eden Bâbü’s-saâde eksenidir. Avlu’nun sağında Saray mutfakları, solunda Divan-ı Hümâyûn-Kubbealtı, Dış Hazine denilen devlet hazinesi, Adalet Kulesi, Zülüflü Baltacılar Koğuşu, avlu revaklarının arkasında alt kotta Has Ahırlar ve Beşir Ağa Camii yer alır. Haftada dört kez devlet işlerinin görüşüldüğü Divan-ı Hümâyûn ve Adalet Kulesi’nden dolayı bu avluya Divan Meydanı ve Adalet Meydanı da denilirdi. Bu avludan Enderun’a geçit veren Bab’üs-saade ile sultanın özel yaşam alanı başlardı.

Divan-ı Hümayun, divanhane, defterhane ve arşiv bölümlerinden oluşurdu. Divanhane ve defterhanenin içerisi görünecek şekilde kemerlerle dışa açılıyor olması yüce mahkemenin adaletinin şeffaflığını simgeler. Divanhanenin kubbesinden sarkan top yine adalet kavramı ile ilgilidir. 16. Yüzyıl tarihçisi Seyyid Lokman’a göre, top yeryüzünü, topun asılı olduğu zincir aklı temsil eder. Bu zincirin ucu padişahın temsilcisi olan ve yüce mahkemeye başkanlık eden sadrazamın elindedir. Ama asıl yetke yine padişahtır ve o dünyaya hükmeder. Top kafesin önünde durur. Kafesin iki yanındaki fermanlar, dünyaya adalet getiren padişahın yayından çıkan okları simgeler. Yine Lokman, divan günlerinde padişahın Adalet Kulesi’ndeki odaya elinde ok ve yayla gelmelerini bu sembolizme bağlar. Fatih’in Kanunnamesi’nde de görünmeyen ama her şeyi bilen padişahın-mutlak iradenin adaleti denetlemesi, kurala bağlanmıştır.

Bu avlunun tasarımı ilginç bir biçimde padişahların seferlerde kullandığı ordugahlara benzer. Ordugahlarda da padişahın çadırı, sayeban denilen bir gölgelikle idari çadırların bulunduğu alana açılır. (sayeban Bab’üs-saade’nın karşılığıdır). Bu çadırın iki yanında mutfak ve ahırlar bulunur. Topkapı Sarayı’nda ahırlar arazinin eğimi nedeniyle bir aşağı kotta kalmıştır.

III. Avlu’ya geçit veren Bab’üs-saade, Sarayın Enderun-iç teşkilatına açılır. Kelime olarak saadet-cennet imgesini çağrıştırır. Padişahların cülûs denilen tahta çıkış törenleri, ordunun savaşa gidişinde Sancak-ı Şerif’in teslim töreni, bayramlaşma töreni, sipahi ve yeniçerilere üç ayda bir maaşlarının verilmesi sırasında düzenlenen ulûfe törenleri ve elçi kabulleri bu kapı önünde yapılırdı. Sembolik olarak padişah evinin cümle kapısı olan ve her zaman kapalı tutulan bu kapının arkasına izinsiz geçmek mutlak iradeye yapılan en büyük hukuk ihlali sayılırdı. Padişahlar törenler dışında bu avluyu kullanmazlardı. Törenler Fetih Suresi’nin okunmasıyla başlar ve büyük bir sessizlik içinde geçerdi. Teşrifat kitaplarındaki kurallara kati bir şekilde uyulur, teşrifatçı efendi denilen bir görevli törenleri yönetirdi.

3. Avlu/Enderun

Bâbü’s-saâde’den padişahlara ait mekanlar ile iç saray teşkilatına ait Enderun Mektebi’nin bulunduğu III. Avlu’ya girilir. Enderun Avlusu olarak da adlandırılan bu avlu Saray’ın selamlık ve harem kısmını barındırırdı. Bâbü’s-saâde ile aynı aksta yer alan Arz Odası bu avlunun en önemli yapısıydı. Divan toplantılarında alınan kararların padişaha arz edildiği ve elçi kabullerinin yapıldığı Arz Odası, iç ve dış teşkilat yapılarının merkezine yerleştirilerek, mutlak iradeye vurgu yapılmıştır. Fatih Sultan Mehmed döneminde şekillenmeye başlayan ve sonraki yüzyıllarda çeşitli ilaveler yapılan Enderun Avlusundaki padişaha ait en önemli yapılar Fatih Köşkü ve Has Oda’dır. Arz Odası’nın hemen arkasında yer alan III. Ahmed kütüphanesi, Enderunlu iç oğlanların eğitimi için padişah tarafından 18. yüzyılda vakıf kütüphanesi olarak yaptırılmıştır. Avlu’daki diğer bir önemli yapı da Ağalar Camii’dir. Fatih Sultan Mehmed döneminde padişah, akağalar ve iç oğlanların ibadeti için yapılmıştır. Padişahlar bu camide vakit namazlarını Enderun halkıyla birlikte kılardı. Mihrabı, 17. yüzyılda bu camiye bitişik olarak inşa edilen Harem Mescidinin mihrabı ile aynı akstadır. İki cami arasındaki kafesli pencereden ezan sesi duyulur ve Harem halkı da burada namazlarını kılarlardı.

Bu avluda bulunan diğer yapılar Enderun Mektebi sınıflarına ait koğuşlardır. Büyük ve Küçük Oda koğuşlarından başlayarak sırayla Seferli, Kilerli, Hazine ve Has Oda koğuşları avluyu çevreler. Selçuklu Devleti teşkilatı örnek alınarak kurulan Enderun Teşkilatı, devlete üst düzey bürokrat, asker ve sanatkâr yetiştiren bir okul olarak 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar hizmet vermiştir.

Enderun Avlusu’ndan IV. Yer denilen ve padişahın günlük yaşamını geçirdiği köşklerin yer aldığı bölüme geçilir. Buradaki Sofa-i Hümayûn denilen terasta IV. Murad’ın Revan ve Bağdat zaferi anısına yaptırdığı Revan Köşkü ve Bağdat Köşkü, padişahların yaz aylarında iftarlarını açtıkları İftariye Kameriyesi ve 18. yüzyılda Sultan III. Ahmed’in şehzadelerinin sünnet düğününde kullanıldığı için Sünnet Köşkü olarak anılan yapı yer alır. Sofa-i Hümayûn’un bir alt kodunda Kara Mustafa Paşa Köşkü ve Hekimbaşı Odası vardır. Buradan merdivenle has bahçelere açılan çift kuleli kapının yer aldığı bölüme inilir. Bu bölümde Saray’ın Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde inşa ettirilen son yapıları olan Mecidiye Köşkü, Sofa Camii ve Esvap Odası bulunur. Bir iç surla Has Bahçe’den ayrılan IV. Yer, Kule Kapısı ile yazlık köşklerin bulunduğu Has Bahçe’ye geçit verirdi.

Enderûn Avlusu’nun bir bölümü olan Harem ise, padişah kadınlarının, kızlarının, valide sultan denilen annelerinin ve şehzadelerin geniş bir hizmetli kadrosuyla birlikte yaşadıkları bir alandır. Fatih Sultan Mehmed döneminde ilk yapıları inşa edilen Harem, Kanuni Sultan Süleyman (1520-66) ve III. Murad (1574-95) dönemlerinde harem kadrosunun artmasıyla genişlemiştir. Daha sonra tahta çıkan her padişahın kendisi için bir Has Oda yaptırmasıyla bugünkü boyutlarına ulaşmıştır. Harem’in hizmetli ve koruyucu sınıfı olan hadım ağaların yaşadığı Karağalar Dairesi, Cariyeler ve Kadın Efendi Daireleri, Valide Sultan Dairesi, Şehzadegân Daireleri ve padişahlara ait has odaların hiyerarşik olarak sıralandığı Harem, geniş bir yapılar kompleksidir.

Bu yerleşim düzeni Saray’da yaşayan her bireyin konumuna, yaptığı işe göre hiyerarşik olarak yaşam alanını belirleyip sınırlandırırdı. Saray teşkilatında padişahtan başlayarak her işin ve sorumluluğun, neredeyse her eylemin tanımı oldukça detaylı bir şekilde kânûnnâmelerle belirlenmişti. Dolayısıyla saray yaşamını yüzyıllar boyunca, hiyerarşik bir düzen, katı kurallarla donanmış bir disiplin ve bunun yanında ihtişam şekillendirmiştir.

Osmanlı Padişahları

1453’den önce küçük bir devlet olan Osmanlı’da padişah, tebaası ile iç içe bir yaşam sürer, Devlet erkanıyla yemek yer, konuşur, avlanırdı. Fatih’in 1477-1481 yıllarında Bizans-Türk-Moğol geleneğinde hazırladığı kanunname ile padişahların yaşamları da değişikliğe uğrar.

Bir sonraki bölümde:

Osmanlı Padişahları

Cülus Töreni

Kılıç Alayı ……

Aysel Çötelioğlu

Kaynaklar

ARSLAN 2008ARSLAN, Mehmed; Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri (1) Manzum Surnameler, Saraburnu Kitaplığı serisi: 1, İstanbul 2008

BİLGE 2011 Tevkī’î Abdurrahman Paşa Osmanlı Devleti’nde Teşrifat ve Törenler (Tevkī’î Abdurrahman Paşa Kânûnnâmesi), Haz. Sadık Müfit Bilge, Kitabevi 452, İstanbul 2011

BOBOVİUS BOBOVİUS, Albertus (Santuri Ali Ufki Bey), Topkapı Sarayı’nda Yaşam, (notlayan S. Yerasimos-A. Bertier, çev. A.Berktay, İstanbul 2002 (Bobovius Albertus ; Memoire sur les Turcs, Harvard U., Houghton Library, MS. Fr 103).

ÇAĞMAN 1988 ÇAĞMAN, Filiz ; “Mimar Sinan Döneminde Sarayın Ehl-i hiref Teşkilatı”, Mimar Sinan Dönemi Türk Mimarlığı ve Sanatı, İstanbul 1988, s. 73-77

D’OHSSON 1790 D’OHSSON, M. ; Tableau Générale de l’Empire Othoman, IV, Paris 1790

FAROQHI 1998 FAROQHI, Suraiya ; Osmanlı Kültürü ve Gündelik yaşam, İstanbul 1998

GÖKYAY 1986 GÖKYAY, Orhan Şaik; Bir Saltanat Düğünü, Topkapı Sarayı Müzesi Yıllık 1, Topkapı Sarayı Müzesini Sevenler Derneği yay. , İstanbul 1986, s. 21-55

İPŞİRLİ 1998 İPŞİRLİ, Mehmet, Harem, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 16, İstanbul 1997, s. 135-138

KOÇU 2004 KOÇU, Reşat Ekrem; Topkapı Sarayı, İstanbul 2004.

NECİPOĞLU 2007 NECİPOĞLU, Gülru; 15. ve 16. yüzyılda Topkapı Sarayı,

Mimari, Tören ve İktidar, (Architecture, Ceremonial and Power The Topkapı Palace in the Fifteenth and Sixteenth Centuries), Yapı Kredi Yayınları 2428, İstanbul 2007

NUTKU 1994 NUTKU, Özdemir, Düğün, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 10, İstanbul 1994, s. 15-18

NUTKU 2010 NUTKU, Özdemir, “At Meydanı’nda Düzenlenen Şenlikler”,

Hipodrom/Atmeydanı, İstanbul’un Tarih Sahnesi, (II), Sergi Kitabı, Pera Müzesi Yayını 40, İstanbul 2010, 71-95

OBERLİNG-SMİTH 2001 OBERLİNG, G.-SMITH, G.M.; Osmanlı Sarayında Yemek Kültürü, İstanbul 2001

ÖZCAN 1993 ÖZCAN, Abdülkadir; “Cülus”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1993, C.8, s. 108-114

PEIRCE 1993 PEIRCE, Leslie P. ; Harem-i Hümâyûn Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, (çev. A.Berktay), Tarih VakfıYurt yay. 31, Oxford U. 1993.

TAVERNİER 1984 TAVERNİER, J.B.; Topkapı Sarayında Yaşam, İstanbul 1984

ULUÇAY 1980 ULUÇAY, M. Çağatay; Padişahların Kadınları Kızları, İstanbul 1980.

UZUNÇARŞILI 1998 UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu yay. VIII. Dizi-Sa. 15b, Ankara 1988.

Paylaş

Yorumlar

E-bülten

Arada bizden ve belki gezilerimizden haberdar olmak isterseniz